Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin açıklamaları sonrasında gündeme gelen ve haftalardır kamuoyu gündeminde olan Acarkent ve Acarİstanbul tartışmaları sürerken, İstanbul milletvekili Emin Şirin, orman arazisine yapılan kaçak evler konusunda yeni bir iddiayı ortaya attı. Genç Parti Milletvekili Şirin, kamuoyunda Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar’ın da aralarında bulunduğu kişilerin oturduğu Kandilli’de orman arazisinde 8 kaçak bina bulunduğunu söyledi. Şirin, sözkonusu evlerin Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde yapıldığını da öne sürdü. Bu konuda yazılı soru önergesi vererek, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya bu binaların ruhsatlı olup olmadığını sorduğunu belirten Şirin şöyle konuştu: “Başbakan’ın Acarkent, Beykoz Konakları gibi ormandaki yapılaşmaya karşı yaptıklarını, bir İstanbul milletvekili olarak takdirle karşılıyorum. Bakalım şimdi, iskanı olmaması gereken bu binalara ne diyecekler? Ruhsatsızsa yıkacaklar mı? Eğer ruhsatsız olduklarını görüp yıkmazlarsa, ‘Acarkent ve Beykoz Konakları’na başka amaçlarla bakıyorlar’ diyeceğim.”
TARİKATIN MERKEZİ
Kamuoyu gündemine geçtiğimiz günlerde Oktar Babuna ve ailesi arasındaki tartışmayla gündeme gelen Adnan Hoca kurduğu şantaj ve seks tarikatı nedeniyle 1999’da gözaltına alınıp yargılanmıştı. Davalar sırasında müridleri tarafından tuzağa düşürülen genç kızların Adnan Hoca’nın Kandilli’deki villasına götürdükleri ortaya çıkmıştı. Hiç çalışmadığı halde trilyonlara hükmeden Adnan Hoca “Kitaplarımdan kazanıyorum” dediği parasının izi sürülürken verdiği ifadede Kandilli’deki söz konusu villa için şöyle demişti: “Fırat Develioğlu’nun aile evidir. Bu evde sadece zaman zaman misafir olarak bulundum.”
Ancak geçtiğimiz günlerde, Adnan Hoca’nın karakutusu olarak bilinen Fırat Develioğlu’nun da sırra kadem bastığı haberleri basına yansıdı.
İstanbul gecelerinde boy gösterdikleri günlerde her davete katılan iki ‘prensten’ biri olan ve Adnan Hoca’yla birlikte 10 ay cezaevinde yatan Develioğlu’nun gruptan ayrılmak istediği için Kazakistan’a sürgün edildiği iddia edildi.
Adnan Hoca’nın annesi Mediha Hanım 1988′de Zaman Gazetesi’ne şöyle diyordu:
Türkiye’yi tehdit eden Adnan Hoca fay hattı, 12 Kasım Cuma sabahı, Düzce Depremi’nden 16 saat önce, polisin ‘Kapalı Zarf’ operasyonuyla kırıldı.
Kandilli’deki, Silivri’deki, saray görkemli yaşantıları. Trilyonluk servetin karanlık tarafları. Müritlerin silahları. Politikacılara, işadamlarına, gazetecilere yönelik şantajları. Mikro kameralı seks tuzakları. Enkaza dönen genç kızları. Cemaat içinde, oral-anal ilişki fetvaları, Adnan Hoca Depremi’nin artçı şoklarıydı.
ÖNCÜ SARSINTILAR
Adnan Hoca Depremi’nin gelişi, 80′li yıllarda öncü sarsıntılarla sinyallerini vermişti. Annesi Mediha Hanım, 10 Nisan 1988 tarihli Zaman Gazetesi’ne verdiği röportajda, ‘…Adnan’ım henüz tam iyileşmedi. Hastadır o’ deyip, dikkatleri oğlundaki ruhi bozukluğa çekmiş, açık açık olmasa da ‘Deprem geliyor”a getirmişti sözü.
Adnan Oktar, annesi Mediha Hanım’ı hiç haksız çıkarmadı. Aynı yıllarda bir röportajında, kendisini çok döven üvey babasının acılar içinde öldüğünü söylerken, hem ruhundaki çatlaklara açıklık getiriyordu. Hem de kendisinde toplanan olağanüstü güçlerin altını çiziyordu ki, bu manevranın altında mehdiliğini ilan etme hazırlıkları yatıyordu.
19′UN UĞURU
Adnan Hoca 19 rakamının uğuruna inanıyordu. Gerçek adı Adnan Arslanoğulları, 19 harften oluşuyordu. Ve bu 19′un Mehdiliğin habercisi anlamını taşıdığını iddia ediyordu.
Zamanla müritlerine, kıyametin yaklaştığını, Mehdi’nin ortaya çıkmak üzere olduğunu telkin etmeye başladı.
27 Mart 1988 tarihli Nokta Dergisi’nde, Mehdi konusuna, kendince usturuplu yaklaştı:
Nokta: Geleceği söylenen Mehdi’nin fiziksel özellikleri nelerdir?
Adnan Oktar: İkiyüze yakın alamet sayılıyor. Mesela, orta boylu, geniş alınlı, kaşı kavisli gibi.
Nokta: Yaş söyleniyor mu?
Adnan Oktar: Rivayetlere göre 30-40 yaşları arası deniyor.
Nokta: Siz Mehdi misiniz?
Adnan Oktar: Ben Peygamber Efendi’mizin neslinden değilim. Çocuklara alametlerden söz edince beni Mehdi sanmışlar.
GÖZÜ DOLMABAHÇE SARAYI’NDA
Aynı dönemlerde Adnan Oktar, Mehdi’nin sarayda oturacağının yazıldığını söyler. Kendisinin de Dolmabahçe Sarayı’nda oturacağını iddia eder.
Poliste verdiği ifadesinde, Mehdilik konusundaki cevapları dikkat çekici:
‘Seneler önce Mehdilik konusunda bir kitap yazdım. Ancak hatayı bu kitabı yazmakla yaptım. Çünkü dini konularda derinliğine bilgim yoktu. Arapça’yı bilmem dolayısı ile zaten gerek Kuran-ı Kerim’de, gerekse hadislerde, dünyanın sonunda Mehdi’nin dünyaya geleceği belirtilmiştir. Ben de bu inançlar neticesinde çalışmış olabilirim. Fakat, hadislerde bahsedildiği gibi Mehdi’nin sakallı, alnı geniş, ufak burunlu olduğu ima edilir. Ben de fiziken buna benzediğim için müritler tarafından benzetme yapılabileceği kanaatindeyim. Fakat bu konular eskilere dayanır. Sonradan bu inançlardan vazgeçtik.
Adnan Hoca, polis ifadesinde, bir zamanlar kendini Mehdi saydığını inkár etmez. Mehdi’nin tarifini, kendi fiziksel görüntüsünü ve yaşını örnek olarak verir. Hem dini bilgisinin zayıflığı nedeniyle böyle bir yanlış fikre kapıldığını söylerken hem de Arapça Kuran-ı Kerim ve hadisler okuduğuna dikkat çeker.
ARAPÇA BİLMİYOR
Oysa aynı sorgunun bir başka bölümünde şunları söyler:
.’Arapça bilmiyorum. Farsça bilmiyorum. Sadece lise İngilizcesi biliyorum ve dini eğitim yapmadım.’
Hangisi doğru?
Adnan Oktar’ın hafızası, bir saatlik sorgulamada, söylediği yalanları hatırlayacak kadar kuvvetli değildir.
Adnan Oktar şeriat konusundaki görüşlerini 2 Haziran 1986 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde açıklar:
‘Kuran-ı Kerim’de yazdığı biçimdeki şeriata taraftarım tabii.’
Hilafet konusunda ise 30 Nisan 1986 tarihli Bulvar Gazetesi’ne görüş bildirmiş:
HALİFEYİ HALK SEÇMELİ
‘Halifeliğin kaldırılmasına gerek yoktu aslında. İslámiyette halifelik vardır. Ama halifeden kastım, 16 atın çektiği bir arabanın içinde, şişman, göbekli adam anlamında değil. Aklı başında, seçkin, kaliteli bir insan. Halifeliği cumhuriyet şeklinde düşünürüm. Halk seçmeli.’
Nurculuk hakkındaki görüşlerini 27 Ocak 1988 tarihli Zaman Gazetesi’nde anlatır:
‘Cereyanlardan, mesela Nurculuk bizi çok etkileyen, çok beğendiğimiz bir akımdır. Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri’ni çok takdir eder ve eserlerinden yararlanırız. Bediüzzaman da bizim üstadımızdır. Mürşidimizdir.’
Kıbrıslı Şeyh Nazım Kıbrısi, İstanbul’a geldiğinde Adnan Oktar’ın adamları ile görüşür.
HOCA’YA ŞEYH DESTEĞİ
Şeyh Nazım da Adnan Oktar’a 21 Ocak 1989 tarihli Güneş Gazetesi’nde yayınlanan röportajında destek verir:
‘Allah ile arasında ne gibi bir rabıta olduğu belli olmaz. Belki bir icabat saatinde dua eden olur, başlarına bir felaket gelir. Onun için Adnan Hoca ile uğraşılmasını tavsiye etmem. Bundan sonra da uğraşanlara bir felaket geleceğini haber veririm. Çünkü ben de bazı şeyler bilirim. Maneviyat yolunda bazı haberlerim olur. Haber verirler.’
Adnan Hoca’nın kendi koyduğu kurallara göre namaz beş değil üç vakittir. Abdest almadan namaz kılmak vaciptir. Erkek müritler, Peygamber sünneti olduğu için saçlarını ortadan ikiye ayırmalı, kızlar, etrafın ve ana babalarının tepkisini çekmemek için kapalı konumlarını bırakmalıdır.
Arapça bilmiyorum. Farsça bilmiyorum. Sadece lise İngilizcesi biliyorum ve dini eğitim yapmadım.
Adnan Oktar
İslámiyet’te halifelik vardır. Ama halifeden kastım, 16 atın çektiği bir arabanın içinde, şişman, göbekli adam anlamında değil. Aklı başında, seçkin, kaliteli bir insan. Halifeliği cumhuriyet şeklinde düşünürüm. Halk seçmeli.’
Adnan Oktar
Kod adı: Harun Yahya
Babası Yusuf Efendi’ydi.
Annesi Mediha Hanım. 2 Şubat 1956 yılında Ankara’da doğdu. Babasını küçük yaşta kaybetti. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Ortaokulu Cebeci’de, liseyi Kurtuluş’ta okudu. Liseden sonra özel bir dershaneye gitti. 1979 yılında İstanbul’daki Devlet Güzel Sanatlar Akademisi İç Mimari bölümüne girdi. Bir süre sonra okuldan ayrılan Adnan Oktar, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Felsefe ve Tarih Bölümü’ne girdi. Bu okulu da yarım bıraktı. Kandilli’deki, Dolmabahçe Sarayı yavrusu evine taşınana kadar, Ortaköy Dereboyu Caddesi’ndeki evde annesi ve anneannesi ile birlikte yaşadı. Asıl soyadı Arslanoğulları’dır. Bazı yazı ve kitaplarında Harun Yahya adını kullanır. Bu takma ad, Hz. Musa ve Hz. İsa’nın yardımcılarının adıdır.
Adnan Hoca’nın kendi koyduğu kurallara göre namaz beş değil üç rekáttır. Abdest almadan namaz kılmak vaciptir.
Erkek müritler, Peygamber sünneti olduğu için saçlarını ortadan ikiye ayırmalı, kızlar, etrafın ve ana babalarının tepkisini çekmemek için kapalı konumlarını bırakmalıdır.
Adnan Hoca müritlerinin arasında ünlü isimlerin bulunmasına özel bir itina gösterir.Bu yüzden şantaj dahil her yola başvurmaktan çekinmez. Yukarıda Ahu Tuğba ile görüşürken çekilen fotoğrafı bu durumun kanıtlarından
biri. Gülay Pınarbaşı’nın Adnancılar’a katılma macerası da pek tantanalı geçmiş. Kamuoyu günlerce bu ünlü mankenin kapanmasıyla meşgul olmuştu
1999 Hurriyet
Şok eden itiraflar
Asım GÜNEŞ, Toygun ATİLLA
Hürriyet, Adnan Hoca’nın Emniyet’teki ifadesini ele geçirdi. Sindirmek istediği kişilere komplo düzenlettiğini itiraf eden Adnan Hoca, birçok ünlünün yer aldığı şantaj listesini de açıkladı.
İSTANBUL Polisi’nin 12 Kasım 1999′da 50 adrese birden düzenlediği baskınlar sonucu başında bulunduğu şantaj çetesi çökertilen Adnan Oktar, sindirmek istediği kişilere ‘imamlar’ı aracılığıyla komplo düzenlettiğini itiraf etti. Oktar, polisteki ifadesinde, imamlarına emir vererek, cinsi münasebette bulunurken gizli video görüntülerini çektirdiği ya da pornografik görüntülere fotomontaj yaparak basın kuruluşlarına ve yakın çevrelerine göndererek sindirmeye çalıştığı kişilerin listesini açıkladı.
LİSTE ÜNLÜ DOLU
Oktar, Emniyet’teki ifadesinde, manken Ebru Şimşek, dansözler Leyla Adalı ve Tanyeli’ye ‘fahişe oldukları için’ şantaj yaptırdığını itiraf etti. Clup 2019′un sabihi Ceylan Çaplı da, Adnan Hoca’nın müritlerinden biriyle evli olan kızının boşanmasını sağlayınca, çetenin hışmına uğramış. Oktar’ın ifadesine göre, Prof. Dr. Adnan Ziyalar, Adli Tıp’ta görevliyken, Tura Turizm’in sahibi Çetin Saraç’ın kızını, Adnan Hoca çetesinden kurtarmasına yardım edince, rüşvet tuzağına düşürülmüş.
YILMAZ’A MASON KOMPLOSU
Oktar’ın itiraflarına göre, şantaj listesinde politika dünyasından Mesut Yılmaz, Mehmet Ağar, Celal Adan, Meral Akşener; basın sektöründen de Dinç Bilgin, Zafer Mutlu, Fatih Altaylı, Ayşe Özgün, Ayşe Arman ve Savaş Ay’ın adı yer aldı. Hoca’nın imamları, Semra Özal’ın papatyalarından Nadire İçkale ile Eyilik Ailesi’ne de şantaj yapmışlar.
MHP VE DYP’YE DESTEK
DYP Lideri Tansu Çiller ve MHP İstanbul Milletvekili Mehmet Gül başta olmak üzere MHP ve DYP’ye destek verdiklerini açıklayan Adnan Hoca, ‘‘Seçim öncesinde Mesut Yılmaz’a fotomontajla mason elbisesi giydirip gazetelerde yayınlanması talimatını ben verdim. Çünkü, 1991 yılında başbakanken beni haksız yere gözaltına aldırmıştı. DYP’nin, ANAP’ın kaybedeceği oyları alması bizim işimize gelirdi’’ diye konuştu.
BABUNA İTİRAFI
Örgütten ayrılanları kendi aleyhlerine faaliyet gösteriyor gibi kabul ettiklerini açıklayan Adnan Oktar, ‘‘Örgütten ayrılanları rezil etmek gibi bir stratejimiz vardır. Bu nedenle geçmişte çocuklarını bizden ayıran aileler hakkında şantaj ve tehdit faaliyetlerinde bulunduk. Çocukları, kiralanan evlerde birlikte tutup, ailelerinden kopartırız. Hiçbiri benim talimatlarım dışına çıkmaz’’ dedi. Adnan Hoca, kız kardeşleri Tuğba ve Hüma Babuna’nın müritleri arasında olduğunu söylediği kan kanseri olan Oktar Babuna için süzenlenen ve skandala dönüşen kan kanpanyasının kendi emriyle başlatıldığını da kabul etti.
Nasıl Adnan Hoca oldum
ADNAN Oktar, beş parasız sürünürken nasıl Adnan Hoca olduğunu, trilyonlarla nasıl oynadığını polis ifadesinde tüm açıklığıyla anlattı:
‘‘1956 yılında Ankara’da doğdum. 1979 yılında Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisi’ni kazandım. 3′üncü sınıfta öğrenci olayları nedeniyle okulu bıraktım. Daha sonra İ.Ü. Felsefe Bölümü’ne kayıt yaptırdım ve yine öğrenci olaylarından dolayı okulu bıraktım.
1986′da Bulvar Gazetesi’nde yazdığım bir yazıdan dolayı Ümmetçilik propagandası yapmak suçundan tutuklandım ve 9 ay cezaevinde kaldım. 10 ay Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde kaldım.
DİNİ BİLGİM YOK 1987′de Harun Yahya adıyla Yahudilik-Masonluk isimli kitap yazdım. Dini eğitimim olmadığı doğrudur. 1979-80 yıllarında Adnan Hoca Grubu olarak bilinen örgütlenmeyi tek başıma oluşturmaya başladım. O dönemde Yasin Gürlek ve 2-3 kişi daha benim yanımda idi. Daha sonra Akademi öğrencileri arasından 20-25 kişilik bir grup oluşturdum. Gürlek halen benim müridimdir ancak örgüt içinde bir görevi yoktur. 1991 yılında Bilim Araştırma Vakfı’nı kurana kadar geçen süre içerisinde örgütlenme ve faaliyetlerime devam ettim.’’
1993′te müritlerimden Fırat Develioğlu’nun bizim için kiralamış olduğu Kandilli’deki villaya taşındım. Buranın kirası bildiğim kadar 3.5 milyar lira. Silivri’deki çiftliğe ben gitmem, müritlerim orada kalır.”
Yakalandığında aşk yapıyormuş
ADNAN Oktar, 12 Kasım gecesi yapılan baskın sırasında polisin kendisini uygunsuz vaziyette yakaladığını itiraf etti. Oktar, polise verdiği ifadesinde, ‘‘Beni yakaladığınız akşam Bahadır Güven bana birlikte olmam için Tuğçe isimli kızı getirmişti’’ diye konuştu. Şebekelerinin içinde ‘Bacılar’ adı verilen kadınlarla cinsel ilişkiye girmenin yasak olduğunu söyleyen Oktar, ‘Cariye’ adını verdikleri kadınların ise müritler, abiler (İmamlar) ve kendisi tarafından ‘cinsi olarak kullanıldığını’ itiraf etti.
18 yıl hapsi isteniyor
İSTANBUL DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, Bilim Araştırma Vakfı Fahri Başkanı ‘Adnan Hoca’ lákaplı Adnan Oktar ve müridleri hakkındaki soruşturmayı tamamladı. DGM Savcısı Ahmet Gürses’in hazırladığı iddianamede, Adnan Oktar ve kurduğu ‘örgütün’ 32 yöneticisi hakkında ‘tehdit ile menfaat sağlamak’, ‘çıkar amaçlı örgüt kurmak’ suçlarından 18 yıla kadar ağır hapis istendi. Sanıkların hüküm giymesi halinde, ele geçirilen tüm mallarına devlet tarafından el konulması da talep edildi.
İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, Adnan Hoca ile birlikte hapis istenen sanıkların isimleri şöyle sıralandı:
Fırat Develioğlu, Emre Nil, Halil Hilmi Müftüoğlu, Mustafa Kemal Gül, Hasan Basri Güner, Uğur Örmen, Ferhat Terkoğlu, Ufuk Özturgut, Hatice Tijen Öztemir, Alev Ulaşoğlu, Meltem Arıkan, Korkut Yasa, Burak Abacı, Kartal İş, Turgut Aksu, Altuğ Müştak Berker, Burak Sanver, Seçim Köse, Tarkan Yavaş, Ali Suat Kütahnecioğlu, Tolga Horoz, Adnan Tınarlıoğlu, Emre Çalıkoğlu, Bahaettin Selçuk Hazineci, Atilla Menevşe, Mesut Soltay, Muhammed Cihat Gündoğdu, Mehmet Murat Atmaca, Murat Terkoğlu, Gökalp Barlan ve Ersin Alacadağ.
Adnan Oktar’ın fahri başkanı olduğu Bilim Araştırma Vakfı’nın sözcüsü olan ve operasyon başladıktan sonra kayıplara karışan Bahadır Güven ile 3 arkadaşı hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. DGM savcılığı tarafından açılan davadan, dosyaları ayrılan Güven ile diğer 3 kişinin aranmasına devam edildiği bildirildi.
Şantaj çetesinin iç yüzü
ADNAN Oktar, polisteki ifadesinde kurduğu şantaj şebekesinin sistemini de tüm ayrıntılarıyla anlattı. Oktar, ‘‘Hoca, yani lider ‘Ahmet Abi’ kodunu kullanan ben Adnan Oktar, benden sonra yapılanmada ‘İmamlar’ dediğimiz örgütü yöneten bir nevi konsey yapılanması vardır’’ diye konuştu.
İMAMLAR Çetede, ‘İmamlar’ direkt olarak Oktar’a bağlı çalışıyorlar. İmamların başlıca görevi Oktar’ın verdiği talimatları yerine getirmek. Ayrıca gruba eleman temini ve imam seviyesinde olmayan diğer müritleri yönlendirme ve yönetme görevleri imamlara ait. Oktar ifadesinde, ‘‘Erkek imamların bir görevide bana ilişkide bulunmam için kadın ve kız getirmektir. Müritlerimin zengin, zeki, akıllı ve kültür ve güzel kişilerden olmasına özen gösteririm. Bunun nedeni bu şahısların çevrelerinin geniş olması, böylece örgüt olarak daha kısa sürede güçlenmemizi sağlamalarıdır’’ diye konuştu. Oktar’ın ‘konsey üyeleri’ olarak adlandırdığı 7 imamın kimlikleri ve özel sorumluluk alanları ise şöyle:
Bahadır Güven (siyasi çevreler ile çetenin işlerini takip),
Fırat Develioğlu (hukuk-araştırma),
Emre Nil (mali işler),
Bülent Tatlıcan (yazı işleri ile ilgilenir fikirler üretir),
Uğur Örmen ve Ferhat Terkoğlu (sekretarya görevi, kitap yazma çalışmaları, yemek yapma),
Timur (mali yardım).
BACILAR Bayan imamlar olarak da adlandırılar ‘Bacılar’, 4 ayrı evde kalan ve ailelerinden ayrılarak çeteye katılan bayan müritlerden sorumlu olarak çalışıyorlar. Bacılar aynı zamanda Oktar’ın kitap yazma işinde de rol alıyorlar. Örgütlenme içerisinde Bacılar’la herhangi cinsel ilişkiye girmek yasaktır. Bacılar grubu, Alev Ulaşdoğlu, Meltem Arıkan, Hatice Tijen Öztemir ve Arzu Leman Öztemir’den oluşuyor,
CARİYELER Müritler tarafından bulunan kızlar olarak adlandırılan ‘Cariyeler’, Adnan Oktar ve İmamlar’la birlikte oluyor. Müritler ve İmamlar’ın cariyelerle ilişkiye girmeleri sırasında bir mürit şahit gerekirken, Oktar’ın aşk geceleri için böyle bir zorunluluk bulunmuyor. Oktar ifadesinde, ‘‘Benim dini anlayışıma göre kadın ve erkek dini nikahlı değilse erkek kadınla normal ilişkide bulunamaz. Bulunursa zina sayılır. Bu nedenle müritlerim cariyelerle anal veya oral seks yapmak sorundadırlar. Aksine davranana ceza veririm. Kemal Gül bir cariye ile normal ilişkiye girince bundan haberim oldu ve kendisi ile 2 sene görüşmedim’’ dedi.
Müridin evinde MİT belgeleri
DGM Savcısı Ahmet Gürses tarafından hazırlanan 24 sayfalık iddianamede, Adnan Hoca ve çetesinin kimlere, nasıl şantaj yaptıkları tek tek anlatıldı. İddianamede, yapılan baskınlar sırasında bir müridin evinde bulunan Mehmet Ağar’la ilgili MİT Müsteşarlığı tarafından Başbakanlık’a yazılmış gizli bir belge de delil olarak gösterildi. Soruşturmanın Celal Adan’ın İstanbul DGM Başsavcısı Erdal Gökçen’e verdiği şikayet dilekçesinden sonra başlatıldığı bildirildi.
Hürriyet Gazetesi
1999
Fena sızmışlar
Şantaj ve seks çetesinin başı Adnan Oktar’ın, siyasi güç kazanmak için RP, FP, DYP ve ANAP’la çeşitli ilişkiler içine girdiği belirlendi. Adnan Oktar’a yakın adamların polise yaptığı itiraflar, bu ilişkilerin ne kadar çarpıcı olduğunu gözler önüne serdi. Erbakan ve Çiller’i destekleyen örgüt, önüne çıkan engelleri kaldırmak için şantaja ve tehdide bile başvurmuş.
İSTANBUL polisinin Adnan Hoca ve müritlerine yönelik operasyonu devam ederken, Necmettin Erbakan’ın sağ kolu olan FP Milletvekili Oğuzhan Asiltürk’ü telefonla arayarak yardım istemeleri, Oktar ve çetesinin Fazilet Partisi ile ilişkilerini ne kadar ileriye götürdüğünü ortaya koydu. Politik güç peşinde olan Oktar’ın FP’nin yanı sıra DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’e de büyük destek verdiği, parti içindeki muhalifleri vazgeçirmek için Oktar’ın adamlarını kullandığı gözler önüne serildi. Kara Kuvvetleri eski komutanlarından ve Turgut Özal döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yapan emekli Orgeneral Kemal Yamak’ın yeğeni olan ve siyasi çevresiyle Adnan Hoca çetesine hizmet veren Turgut Aksu, hangi siyasilerle nasıl ilişki kurduklarını isimlerini vererek tek tek anlattı. Aksu, Adnan Oktar’ın müritlerden Alkas Çakmak’ın Çankaya’daki evinin, bu ‘hizmeti’ için kendisine tahsis edildiğini ve kendisine sürekli para yollandığını söyledi.
TRİLYONLUK İŞLER
Örgütün mali işler sorumlusu Emre Nil’den itiraflar:
1995 seçimlerinde ektiklerimizi, RP’li başkanlar seçilince biçtik.
İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerinden iş aldık. Arkadaşlarımıza ait Atik İnşaat, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ait metro ve otobüslere reklam alırdı. Yıllık cirosu 1 trilyon liradır. Rota Reklam, İstanbul’da metro ve belediye otobüslerinin reklam işini yapar. Yıllık cirosu 100 milyar liradır. Epos İnşaat, Zeytinburnu ve Küçükçekmece Belediyeleri’nden inşaat ihaleleri ve taahhüt işleri alır. Yıllık cirosu 100 milyar liradır.
Yıl 1991 DYP
1991 yılının kasım ayı. DYP’nin düzenlediği toplantının ‘Önemli’ konuşmacısı Adnan Oktar. Dönemin DYP yöneticileri Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Hüsamettin Cindoruk, Orhan Keçeli ve toplantıya katılan diğer partililer Oktar’ı can kulağıyla dinliyorlar. Partilere sızma girişimini uzun süredir sürdüren Oktar, şık giyimi, ağır ağır konuşması ile dikkatleri çekiyor. Daha o zamandan DYP içinde kendine taraftar topluyor. Daha sonraları muhaliflerine karşı Çiller’i destekliyor. Silahların çekildiği kavgalar oluyor. Adnan Hoca ve grubuna yönelik operasyonlar da o kavgadan sonra, DYP İstanbul Milletvekili Celal Adan’ın şikáyeti üzerine başladı. Ceylan Intercontinental Otel’de Hoca’nın adamları ile arasında geçen, silahların da çekildiği tartışmanın ardından bir açıklama yapan Adan, Adnan Oktar ve müritlerinin İstanbul Polisi tarafından korunduğunu öne sürdü. Adan’ın açıklamaları ve şikáyeti üzerine başlatılan operasyonlarda Adnan Oktar ve çetesi çökertildi.
Yıl 1990 ANAP
Sağdaki partilere destek veren, desteklediği politikacılara muhalif olanları da şantajla susturmaya çalışan Adnan Oktar, ANAP’lılarla da sık sık bir araya geldi. ANAP’lı eski bakanlardan İmren Aykut’la 1990 yılının kasım ayında bir yemekte görülen Oktar, bu partiden pek çok isimle yakın ilişki içine gerdi. Oktar, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde ‘Paranoid Şizofren’ teşhisiyle yatarken, o dönem hastanenin başhekimi olan Yıldırım Aktuna ile de samimiyetini
ilerletti.
Tayyip Erdoğan’ı biz başkan yaptık
Bilim Araştırma Vakfı’nın hukuki işlerini yürüten Fırat Develioğlu’ndan çarpıcı ifadeler:
1992 yılında kayınpederim İhsan Yalçın’ın Sarıyer Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde, Özer Çiller’le tanıştık ve samimi olduk. DYP ile ilişkilerimiz bundan sonra başladı. Özer Çiller’e beni, Öncü Gazetesi yazarı Behiç Kılıç götürdü.
Seçim öncesi bir yemekte Erbakan ile buluştuk ve sohbet ettik. O zamanlar Refah Partisi Genel Başkanı’ydı. Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul için çok iyi aday bir aday olacağını, bizim gönlümüzde de onun yattığını ve destekleyeceğimizi söyledim.
Recep Tayyip Erdoğan aday gösterildikten sonra bize, elinde Zülfü Livaneli ile ilgili devlet aleyhine söylemiş olduğu sözleri içeren bir türkü kaseti olduğunu söyledi. Yayınlayıp yayınlatamacağımızı sordu. Bahadır, Kadir Çelik’i arayıp kaseti yayınlattı.
Bahadır Güven DYP kampanyalarına katıldı, milletvekillerinin seçim kampanyalarını yürüttüler.
Turgut Aksu, RP Milletvekili adayı Aydın Menderes’in seçim kampanyasına katıldı.
Turkcell’de çalışan arkadaşımız Esra Efeoğlu aracılığıyla, başta Mehmet Ağar olmak üzere, Mustafa Öz, Celal Adan, Süleyman Soylu, Emniyet Müdür Yardımcısı Atilla Çınar ile ismini hatırlayamadığım kişilerin cep telefonlarının dökümlerini çıkardık.
Colt Pyton marka 38 kalibrelik taşıma ruhsatlı tabancamı, dönemin ANAP Milletvekili Osman Ceylan’ın tavassutuyla 1991 yılında aldım. 1995 yılında süresi bittiğinde, DYP İl Başkanı Faik İçmeli’nin refaransı ile İstanbul Valisi Rıdvan Yenişen’e başvurdum. Süresini uzattı.
Bacılardan Aydın Atmaca, İçişleri eski Bakanı İsmet Sezgin’in yeğeni olur. Atmaca’nın, bacılara silah ruhsatı aldığını duydum.
Erbakan’a kadın gönderdik
Örgütün Ankara temsilcisi Turgut Aksu’dan itiraflar:
Örgütün çıkarları için, Tansu Çiller, Ekrem Pakdemirli, İsmet Sezgin, Necmettin Cevheri, Mustafa Taşar, Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan, Recai Kutan, Aydın Menderes, İmren Aykut, Osman Ceylan, Mehmet Gül, Köksal Toptan, Ogan Soysal, DYP Kadın Kolları Başkanı Ayla Hanım’la görüştüm.
1995 yılında, RP’nin Olağan Kongresi öncesinde benimle görüşen Necmettin Erbakan, destek istedi. Kongerede ılımlı bir hava oluşturmak istiyordu. Bana, mankenlik yapmış kişileri, kongreye getirip getiremeyeceğimi sordu. Adnan Oktar, Gülay Pınarbaşı’yı gönderdi,
Yine Erbakan’ın isteği doğrultusunda, 1995 genel seçimlerinde, İbrahim Tuncer’le birlikte, RP’ye destek amacıyla, çeşitli çalışmalar yaptık. Aydın Menderes’in seçilmesi için büyük çaba harcadık.
Bu sırada, Melih Gökçek’le de sürekli irtibat halindeydik.
1999 seçimlerinde FP Lideri Recai Kutan bize yeşil ışık yakmadığı için, desteğimizi DYP’ye ve Tansu Çiller’e yönelttik. Bir grup arkadaşımız da MHP’li Mehmet Gül’ün kazanması için çalıştı.
1995 seçimleri öncesi, Tansu Çiller’in konuşma metinlerini, BAV yöneticileri Bahadır Güven, Fırat Develioğlu ve Ersin Alacadağ hazırladı.
Seçimler sonrasında, birinci olan RP ile üçüncü olan DYP’nin ittifak kurması için çok büyük çaba harcadık ve Refahyol’un kurulmasını sağladık.
Çiller bizden, parti içi muhalefet yapanlara yönelik kampanya başlatmamız için ricada bulundu. Bahadır Güven ve Ersin Alacadağ, Ankara’ya siyasilerle görüşmeye geldiler. Nahit Menteşe, Doğan Güreş, Necmettin Cevheri ve Köksal Toptan ile görüşüp, muhalefeti bırakmalarını istediler.
4 Şubat 2000
Hürriyet Gazetesi
110 metrelik ‘piton’ efsanesi
Silivri ahalisi şu günlerde panikte! Sebebi de, Adnan Hoca çiftliğinden kaçtığı iddia edilen, tren uzunluğunda, 3.5 tonluk dev bir piton yılanı
MUSTAFA BAKACAK
Adnan Hoca’nın (Adnan Oktar) sarayı andıran süper lüks çiftliğinden ‘dev bir piton yılanının’ kaçtığı iddiası, şu günlerde Silivri ahalisini evlerine kapattı.
Hiçbir yetkilinin doğrulamamasına karşın, ‘dev piton yılanı’ korkusundan köylü tarlasına gitmeye korkuyor, insanlar yatarken camlarını sıkıca kapatıyor, yılan efsanesi ise dilden dile, köyden köye dolaşıyor. “Adnan Hoca’nın çiftliğinden piton yılanı kaçmış, jandarma köylüyü uyarıyor” iddiasının ortaya atılması, önce çiftliğin bulunduğu Fenerköy’de, ardından da sırasıyla Büyük Sinekli, Küçük Sinekli, Seymen, Büyük Kılıçlı, Küçük Kılıçlı, Büyük Çavuşlu, Bekirli ve Kurfalı köylerinde korkulu günlerin başlamasına neden oldu.
‘İnek ve iki koyun yutmuş’
İşi gücü bırakan köylü, yılanla ilgili duyduklarını birbirlerine anlatıyor.
‘Çiftlikte üç piton varmış; satarlarken biri kaçmış’, ‘Piton yılanının boyu 110 metre, ağırlığı 3.5 tonmuş. Sıktığı zaman 8 tonluk basınç uyguluyormuş’, ‘Bir inek ve iki koyunu öldürüp yutmuş’, ‘Seymen Köyü’ne gittiği söyleniyor’, ‘Büyük Kılıçlı Köyü’nün muhtarı yılanı öldürmüş’, ‘Biçerdöverci tarlada görmüş’ diye başlayan hikayelere hergün yenisi ekleniyor.
‘Bir yılan öldürdüm ama..’
Büyük Kılıçlı Köyü’ndeki jandarma karakolunun komutanı, telefonlarının susmamasından, devriye görevine çıkan jandarma araçlarının ‘yılan arıyorlar’ diye yorumlanmasından şikayet ediyor. Büyük Kılıçlı Muhtarı Ahmet Mutlu da, yılan sayesinde ‘kahraman’ ilan edilmesine yol açan gelişmeyi şöyle anlatıyor:
“Gece çalan telefonla uyandım. Çiftlik evinden arayan bir kadın ‘Yılan var!’ diye bağırıyordu. Gittiğimde, yılanın ağaçta olduğunu söyledi. Yaklaştığım ağaçta yılanı görünce çok korktum. Tabancamı çekip peşpeşe ateş ettim. Şarjörümdeki bütün mermiler bitince yılan gürültüyle yere düştü. Kafası kopmuştu. Piton değil, ancak bugüne kadar gördüğümüz yılanlardan büyüktü. Bu olaydan sonra herkes beni kutlamaya başladı.”
21 Temmuz 2002
Milliyet
20.01.2004
“Adnan Hoca” davasına mahkeme dayanmıyor
Kamuoyunda ”Adnan Hoca” olarak bilinen Adnan Oktar’ın da aralarında bulunduğu 36 sanığın yargılandığı dava, İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği ”yetkisizlik kararı” ile Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Daha öncede bir kez İstanbul 1 No’lu DGM görevsizlik kararı vermişti.
İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya, tutuksuz sanıklar Hasan Basri Güner, Ufuk Özturgut, Burak Abacı, Tarkan Yavaş, Altuğ Müştak Berker, Halil Hilmi Müftüoğlu, Atilla Menevşe, Gökalp Barlan, Hüseyin Avni Cem Yücel, Adnan Tınarlıoğlu, Mehmet Murat Atmaca, Muhammed Cihat Gündoğdu, Alev Ulaşoğlu, Hatice Tijen Öztemir, Meltem Arıkan, Seçim Köse ve Emre Çalıkoğlu katıldı. Adnan Oktar’ın da aralarında bulunduğu 19 tutuksuz sanık ise duruşmaya gelmedi.
MAHKEME KARGAŞASI
Duruşmada söz alan sanık avukatlarından Uğur Poyraz, iddianamede geçen olayların çoğunluğunun Beyoğlu adli yargı sınırlarında gerçekleştiğini belirterek, mahkemenin ”yetkisizlik kararı” vererek dosyayı Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermesini istedi.
Sanık avukatlarından Ulvi Çağlar da, eylemlerin bitiş noktasının Üsküdar adli yargı sınırları içinde olduğunu öne sürerek, bu nedenle dava dosyasının Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesini talep etti.
Görüşü sorulan Cumhuriyet Savcısı Fethi Türkmen ise dava konusu eylemlerin hemen hemen hiçbirinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nınyetki alanı içinde bulunmadığını, bir kısmının Beyoğlu, bir kısmının da Üsküdar yargı sınırları içinde kaldığını hatırlattı. Dava konusu eylemlerin çoğunlukla Silivri’deki bir çiftlik evinde planlandığı ve yönetildiğinin bildirildiğini, bu evin de Bakırköy yargı sınırları içinde kaldığını kaydeden Savcı Türkmen, bu nedenle ”yetkisizlik kararı” verilerek, davanın Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesini istedi.
Savcılığın bu talebini uygun bulan mahkeme heyeti, ”yetkisizlik kararı” vererek, dosyanın Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesini hükme bağladı.
DAVANIN GEÇMİŞİ
İstanbul 1 No’lu DGM’de 7 Nisan 2000′de görülmesine başlanan dava, mahkemenin 12 Eylül 2003′te verdiği ”görevsizlik kararı” üzerine İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelmişti.
”Görevsizlik kararı”nda, Adnan Oktar’ın da aralarında bulunduğu 34 sanığın, ”cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak” ve ”tehditle menfaat temin etmek” suçlarından 4 ile 11 yıl, diğer 2 sanığın da ”cürüm işlemek amacıyla oluşturulan.
2 Ağustos 2010 Pazartesi
ahmet yesevi uluslararası türk-kazak üniversitesi
"ahmet yesevi uluslararası türk-kazak üniversitesi", adından da anlaşılacağı gibi bir türk üniversitesi..
iki ana özelliği var:
1-ahmet yesevi misyon ve fikriyatı
2-türk dünyası´nın ortak üniversitesi olması
aslında ilk madde de 2’nciye vurgu yapıyor. zira, bundan önceki 3 bölümde ifade ettiğim gibi ahmet yesevi, türk kültür ve sosyal bütünleşmesinin tartışılmaz simgesi olmuş bir kişi.. o’nun adına kurulan üniversitenin en öncelikli rolü kuşkusuz o "bütünlük" olmalı..
nitekim üniversiteye işlerlik kazandıran "tüzük", daha ilk maddesinde buna işaret ediyor.. buyurun:
"türkiye cumhuriyeti, kazakistan cumhuriyeti ve diğer türk cumhuriyetleri ile türk topluluklarındaki üniversite çağında bulunan gençlerin bir çatı altında ve türklük bilinci ve uluslararası eğitim ve çağdaş bilimin gereklerine göre eğitimlerini sağlamak..."
bizde bir söz var; "türk gibi başla, falanca millet gibi bitir" diye.. işte bahtsız üniversitemizin başına da bu iş gelmiş.. önceki cumhurbaşkanı ahmet necdet sezer tarafından giderayak üniversitenin mütevelli heyet başkanlığı´na getirilen kişinin, gelir gelmez yaptığı işlere bir bakın!. bakın ama lütfen aklınıza mukayyet olun:
ilk iş: 29 farklı türk devlet ve topluluğundan imtihanla ve seçilerek alınan öğrencilerin bursları kesiliyor.. böylece taa sibirya önlerindeki altay ve tuva’dan başlayıp kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti, kırım ve makedonya’ya uzanan ve doğru adıyla uluğ türkistan; moda adıyla avrasya diye belirlenen medeniyet sınırımız türkiye ve kazakistan’a indirgeniveriyor..
2’nci iş: üniversiteye öğrenci yetiştirmek üzere çeşitli türk ülkelerinde açılan ve türkiye türkçesi ile eğitim yapılan 54 lise tek kalemde kapatılıyor.. buralarda okuyan 5 bin öğrenci ise boşlukta bırakılıyor.. hangi zihniyetle, hangi değerlendirme ile, hangi hınçla, cevabı olan beri gelsin.. halbuki müteakip yıllarda bu liselerin sayısının 200’e; öğrenci sayısının ise 20 bine çıkarılması planlanmıştı.. bu konuda tika ve türk tanıtma fonu ile de işbirliği yapılıyordu..
3’üncü iş: üniversitemizin işbirliği ile kırgızistan’ın "oş devlet üniversitesi"; "kırgız devlet üniversitesi" ve rusya federasyonu’na bağlı "dağıstan devlet üniversitesi" nezdinde açılan "türk dili ve edebiyatı" bölümleri kapatılıyor.. aman yarabbi, düşman başına!..
4’üncü iş: yesevilik bilgisi (yesevi tanu) dersleri kaldırılıyor.. hani kazakistan’da bir usul var: farabi üniversitesi’nde farabi’nin; abay üniversitesi’nde abay’ın hayatı ve fikirleri okutulur.. ahmet yesevi üniversitesi’nde ise ahmet yesevi, "yesevi tanu / yesevilik bilgisi" adı altında okutuluyordu..
5’inci iş: üniversitenin bütün bölümlerinde -kazakistan tarafının arzusu ile okutulan- islam-din dersleri kaldırılıyor.. kazakistan tarafına sorulmaksızın, cevf’el-kalem..
6’ncı iş: türkiye’den giden bütün akademisyenler geri çekiliyor..
sözü edilen mütevelli heyet başkanı’nın bütün bunlara gösterdiği tek maddelik bir gerekçe var.. buyurun:
"kazakistan nüfusunun yüzde 30’u rus kökenlilerden oluşuyormuş.. bu durumlara kızabilirlermiş.."
ayol, bunu da üniversitenin kurulması için dağlar-tepeler gibi "ferman" çıkartan ve bütün bunlara onay veren kazakistan cumhurbaşkanı nursultan agamız ve kazakistan devlet yetkilileri düşünse olmaz mı!. hayır olmaz, zira bizimkinin de bir misyonu var..
mümaileyhin yaptığı iş bunlarla bitti sanmayın:
7’nci iş: üniversitenin 1991 yılında yani türkiye ile irtibatlandığı 1993 yılından 2 yıl önce yapılan vaziyet planında yer verilen caminin inşaat hazırlıkları durduruluyor ve türkiye cumhuriyeti diyanet işleri başkanlığı’nın yapımını üstlendiği cami önleniyor..
bunun gerekçesi de şu:
"üniversitede ve kışlada cami olmaz!.."
ben biliyorum ki, türkiye’de birçok üniversitemizde ve birçok askeri kışlamızda cami var.. ama olmasını istemeyen de var.. bu bir "zihniyet" meselesi.."
yazının tamamı: http://www.aygazete.com/?45888
iki ana özelliği var:
1-ahmet yesevi misyon ve fikriyatı
2-türk dünyası´nın ortak üniversitesi olması
aslında ilk madde de 2’nciye vurgu yapıyor. zira, bundan önceki 3 bölümde ifade ettiğim gibi ahmet yesevi, türk kültür ve sosyal bütünleşmesinin tartışılmaz simgesi olmuş bir kişi.. o’nun adına kurulan üniversitenin en öncelikli rolü kuşkusuz o "bütünlük" olmalı..
nitekim üniversiteye işlerlik kazandıran "tüzük", daha ilk maddesinde buna işaret ediyor.. buyurun:
"türkiye cumhuriyeti, kazakistan cumhuriyeti ve diğer türk cumhuriyetleri ile türk topluluklarındaki üniversite çağında bulunan gençlerin bir çatı altında ve türklük bilinci ve uluslararası eğitim ve çağdaş bilimin gereklerine göre eğitimlerini sağlamak..."
bizde bir söz var; "türk gibi başla, falanca millet gibi bitir" diye.. işte bahtsız üniversitemizin başına da bu iş gelmiş.. önceki cumhurbaşkanı ahmet necdet sezer tarafından giderayak üniversitenin mütevelli heyet başkanlığı´na getirilen kişinin, gelir gelmez yaptığı işlere bir bakın!. bakın ama lütfen aklınıza mukayyet olun:
ilk iş: 29 farklı türk devlet ve topluluğundan imtihanla ve seçilerek alınan öğrencilerin bursları kesiliyor.. böylece taa sibirya önlerindeki altay ve tuva’dan başlayıp kuzey kıbrıs türk cumhuriyeti, kırım ve makedonya’ya uzanan ve doğru adıyla uluğ türkistan; moda adıyla avrasya diye belirlenen medeniyet sınırımız türkiye ve kazakistan’a indirgeniveriyor..
2’nci iş: üniversiteye öğrenci yetiştirmek üzere çeşitli türk ülkelerinde açılan ve türkiye türkçesi ile eğitim yapılan 54 lise tek kalemde kapatılıyor.. buralarda okuyan 5 bin öğrenci ise boşlukta bırakılıyor.. hangi zihniyetle, hangi değerlendirme ile, hangi hınçla, cevabı olan beri gelsin.. halbuki müteakip yıllarda bu liselerin sayısının 200’e; öğrenci sayısının ise 20 bine çıkarılması planlanmıştı.. bu konuda tika ve türk tanıtma fonu ile de işbirliği yapılıyordu..
3’üncü iş: üniversitemizin işbirliği ile kırgızistan’ın "oş devlet üniversitesi"; "kırgız devlet üniversitesi" ve rusya federasyonu’na bağlı "dağıstan devlet üniversitesi" nezdinde açılan "türk dili ve edebiyatı" bölümleri kapatılıyor.. aman yarabbi, düşman başına!..
4’üncü iş: yesevilik bilgisi (yesevi tanu) dersleri kaldırılıyor.. hani kazakistan’da bir usul var: farabi üniversitesi’nde farabi’nin; abay üniversitesi’nde abay’ın hayatı ve fikirleri okutulur.. ahmet yesevi üniversitesi’nde ise ahmet yesevi, "yesevi tanu / yesevilik bilgisi" adı altında okutuluyordu..
5’inci iş: üniversitenin bütün bölümlerinde -kazakistan tarafının arzusu ile okutulan- islam-din dersleri kaldırılıyor.. kazakistan tarafına sorulmaksızın, cevf’el-kalem..
6’ncı iş: türkiye’den giden bütün akademisyenler geri çekiliyor..
sözü edilen mütevelli heyet başkanı’nın bütün bunlara gösterdiği tek maddelik bir gerekçe var.. buyurun:
"kazakistan nüfusunun yüzde 30’u rus kökenlilerden oluşuyormuş.. bu durumlara kızabilirlermiş.."
ayol, bunu da üniversitenin kurulması için dağlar-tepeler gibi "ferman" çıkartan ve bütün bunlara onay veren kazakistan cumhurbaşkanı nursultan agamız ve kazakistan devlet yetkilileri düşünse olmaz mı!. hayır olmaz, zira bizimkinin de bir misyonu var..
mümaileyhin yaptığı iş bunlarla bitti sanmayın:
7’nci iş: üniversitenin 1991 yılında yani türkiye ile irtibatlandığı 1993 yılından 2 yıl önce yapılan vaziyet planında yer verilen caminin inşaat hazırlıkları durduruluyor ve türkiye cumhuriyeti diyanet işleri başkanlığı’nın yapımını üstlendiği cami önleniyor..
bunun gerekçesi de şu:
"üniversitede ve kışlada cami olmaz!.."
ben biliyorum ki, türkiye’de birçok üniversitemizde ve birçok askeri kışlamızda cami var.. ama olmasını istemeyen de var.. bu bir "zihniyet" meselesi.."
yazının tamamı: http://www.aygazete.com/?45888
çorap söküğü
Balyoz Harekat Planı Türkiye’nin ne büyük bir badire atlattığını bir kez daha gösterdi. 2002 Ağustosunda ya Hilmi Paşa Genelkurmay Başkanı olmasaydı? Acaba ne olurdu?
Zira dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresinin bir yıl daha uzatılması dönemin Başbakanı Bülent Ecevit tarafından gündeme getirilmiş ancak bu öneri MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından reddedilmişti.Eğer Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresi 1 yıl uzatılabilmiş olsaydı, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hilmi Özkök emekli olacak ve -şaka değil- Orgeneral Çetin Doğan’ın Genelkurmay Başkanlığı yolu da böylelikle açılmış olacaktı.
Ancak bu olmadı. Orgenerallik sırasındayken emekli edilen emekli Korgeneneral Altay Tokat MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin danışmanıydı ve Devlet Bahçeli’ye bu kararı kesinlikle onaylamamasını söyleyen de oydu.
Acaba dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’i bu yönde manipüle eden kimdi? Mesut Yılmaz mı, Hüsamettin Özkan mı, Rahşan Hanım mı?
Mutlaka üzerinde durulması ve aydınlatılması gereken bir konudur.
Zira Ahmet Necdet Sezer de Bülent Ecevit’in fikriydi. Bu işin mimarı kimdi peki? Hüsamettin Özkan mı yoksa Rahşan Hanım mı? Bilmiyorum.
Devam edelim.
Tokat, 2002'de, dönemin Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun görev süresinin uzatılmasına ilişkin kararı veto etmesini sağladı. Kıvrıkoğlu bir yıl daha kalsa Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na o yılki Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman atanacaktı. Yalman’ın yaş haddinden emekli olmasının ardından da 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan.
Peki sonra ne oldu?
Org. Kıvrıkoğlu'nun görev süresini uzatma planı suya düştü.
Kıvrıkoğlu hiç beklenmedik bir şekilde Kara Kuvvetleri Komutanı olması gereken Orgeneral Edip Başer’i emekli ettirdi ve böylece Hilmi Özkök’ü içereden kuşatmış oldu. Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman oldu.
Yani o dönemde Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresi 1 yıl daha uzatılabilmiş olsaydı Türkiye kesinlikle bir darbe yaşamış oldurdu. Hepimize büyük geçmiş olsun.
Ancak anlaşılan o ki, Türkiye yine de tüm kuvvet komutanlıklarının da bir şekilde dahil olduğu bir darbe ortamına çekilmek istenmiş.
Şimdi şu ana dek deşifre olmuş darbe planlarına baktığımız zaman bunun sadece bir bütünün parçaları olduğu anlaşılıyor.
Yani Türkiye’de bir darbe olacak olsaydı bu sadece 1. Ordu Komutanlığı’nın girişimiyle mi olacaktı?
Olmaz böyle şey.
Ya da sadece Ayışığı, Sarıkız ve Eldiven adı verilen ve Jandarma Karargahı’nın planlarıyla mı olacaktı bu iş?
Hayır!
O halde halkada eksik olan bir şeyler var demektir. Yani Kara Kuvvetleri’ne bağlı diğer orduların ve Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin de benzeri planlarının ortaya çıkarılması gerekir.
Hilmi Paşa Ergenekon savcılarına verdiği ifadede kayda değer hiç birşey söylemedi.
Kendisi aleyhinde bu kadar laf etmiş olmalarına rağmen konuşmuyor.
Tarih karşısında sorumluluk almaktan kaçınıyor.
TSK yıpratılmasın diye mi konuşmuyor?
Yoksa bunları engelleyemediği için sorumluğu olduğunu mu düşünüyor?
Susmanın en büyük yanıt olduğunu mu düşünüyor?
Yoksa ‘kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışından mı?
Bilmiyoruz!
Aydoğan VATANDAŞ / Haber 7
1.numara
Bodrum'daki villasında bir süredir tatil yapan emekli Orgeneral Çetin Doğan, "Balyoz" davasına bakan İstanbul özel yetkili 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nin cuma günü verdiği yakalama kararı üzerine, İstanbul'a gelmek için Bodrum Havalanı'na gitti.
Davanın '1' numaralı sanığı olarak bugün adliyede olacağını söyleyen Çetin Doğan, eşi ile gittiği havalanında polis tarafından gözaltına alındı.
Bodrum'dan sivil polisler eşliğinde İstanbul'a getirilen Doğan, ilk önce Adli Tıp Kurumu'na götürüldü.
Burada sağlık kontrolünden geçirilen Doğan, "yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığı" nedeniyle, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne gönderildi.
Doğan, fakültenin Acil Dahiliye ve Nöroloji servisinde müşahade altına alındıktan bir süre sonra Siyami Ersek Hastanesi'ne sevkedildi.
Avukatı: "Karara itiraz ettik"
Bu arada, Çetin Doğan, emekli Tuğgeneral Süha Tanyeli ile Albay Dursun Çiçek hakkındaki yakalama emirlerine itiraz edildi.
Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesine gelen Doğan, Tanyeli ile Çiçek'in avukatları Celal Ülgen, Hüseyin Ersöz ve Serkan Günal, yakalama kararlarına ilişkin itirazda bulundu.
Avukatlar, ayrıca, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin heyetine yönelik reddihakim talebini içeren dilekçeyi mahkemeye sundu.
Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan avukat Ülgen, dün hakkında Bodrum Havalimanında gözaltı işlemi yapılan, İstanbul'a geldikten sonra Adli Tıp Kurumunda muayeneden geçirilip Dr. Siyami Ersek Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Hastanesinde tedavi altına alınan Çetin Doğan'ın kalp krizi geçirme tehdidi altında olduğu için saat 03.00'ten beri yoğun bakım ünitesinde tutulduğunu bildirdi.
İtiraz dilekçesinden...
Mahkemenin, hukukta yok sayılacak bir karar ile yakalama emri verdiği ifade edilen dilekçede, "Mahkemenin bu kararı hiç kuşkusuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına da aykırılık oluşturmaktadır. Çünkü mahkemelerin birkaç ay ya da gün aralığı ile birbirine tamamen farklı kararlar vermesi, bir tahliye, bir tutukluluk şeklinde bu kararların değişmesi çıplak gözle dahi görülecek bir Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ihlalidir. Mahkeme bu ihlali gidermek için bir AİHM kararı beklemek yerine ivedi olarak kendisi bu hatadan dönmelidir" denildi.
Bu kişilerin kamuoyunda sahip oldukları saygınlık ve geçmişte yaptığı görevler ile düzenli bir aile yaşantısı bulunması hususlarının da tutuklama tedbiri için koşulların oluşmadığını gösterdiği belirtilen dilekçede, mahkemenin kararının keyfi olduğu iddia edildi.
Dilekçenin sonunda, söz konusu kişiler hakkında çıkarılan yakalama emrinin kaldırılması, bu talebin reddedilmesi durumunda dilekçenin bir üst mahkemeye gönderilmesi istendi.
Aynı avukatlar tarafından mahkemeye verilen reddihakim talebini içeren dilekçede ise soruşturmanın başlangıç aşamasında sorguladığı tüm sanıklar hakkında tutuklama kararı veren İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin üye hakimi Ali Efendi Peksak'ın tarafsız ve bağımsız hareket etmediği hususunda kuvvetli şüphe oluştuğu kaydedildi.
Dilekçede, mahkemenin tensip zaptının hukuka aykırı olduğu ifade edilerek, "İhsas-ı reyde bulunan, dosyaya mahkemece salıverilme tarihinden sonra tutuklamayı gerektiren herhangi bir yeni kanıt ve belge girmemiş olmasına karşın tutuklama koşulları ile yakalama emri düzenleyen, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun hükümlerini bilerek uygulamayan, tutuklama kararına somut, açık ve doyurucu gerekçe göstermeyip 'kılıf gerekçe' gösteren, hukukun gücünü değil gücün hukukunu uygulayan, böylece yargıçların yansız olması ilkesini çiğneyen hakimler Davut Bedir, Ali Efendi Peksak ve Murat Üründü'yü toplu olarak reddediyoruz" denildi.
Bu arada, sanık tümgeneraller İhsan Balabanlı ve Bulut Ömer Mirmiroğlu hakkında çıkarılan yakalama emrine de avukatları tarafından itiraz edildi.
Davanın '1' numaralı sanığı olarak bugün adliyede olacağını söyleyen Çetin Doğan, eşi ile gittiği havalanında polis tarafından gözaltına alındı.
Bodrum'dan sivil polisler eşliğinde İstanbul'a getirilen Doğan, ilk önce Adli Tıp Kurumu'na götürüldü.
Burada sağlık kontrolünden geçirilen Doğan, "yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığı" nedeniyle, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne gönderildi.
Doğan, fakültenin Acil Dahiliye ve Nöroloji servisinde müşahade altına alındıktan bir süre sonra Siyami Ersek Hastanesi'ne sevkedildi.
Avukatı: "Karara itiraz ettik"
Bu arada, Çetin Doğan, emekli Tuğgeneral Süha Tanyeli ile Albay Dursun Çiçek hakkındaki yakalama emirlerine itiraz edildi.
Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesine gelen Doğan, Tanyeli ile Çiçek'in avukatları Celal Ülgen, Hüseyin Ersöz ve Serkan Günal, yakalama kararlarına ilişkin itirazda bulundu.
Avukatlar, ayrıca, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin heyetine yönelik reddihakim talebini içeren dilekçeyi mahkemeye sundu.
Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan avukat Ülgen, dün hakkında Bodrum Havalimanında gözaltı işlemi yapılan, İstanbul'a geldikten sonra Adli Tıp Kurumunda muayeneden geçirilip Dr. Siyami Ersek Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Hastanesinde tedavi altına alınan Çetin Doğan'ın kalp krizi geçirme tehdidi altında olduğu için saat 03.00'ten beri yoğun bakım ünitesinde tutulduğunu bildirdi.
İtiraz dilekçesinden...
Mahkemenin, hukukta yok sayılacak bir karar ile yakalama emri verdiği ifade edilen dilekçede, "Mahkemenin bu kararı hiç kuşkusuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına da aykırılık oluşturmaktadır. Çünkü mahkemelerin birkaç ay ya da gün aralığı ile birbirine tamamen farklı kararlar vermesi, bir tahliye, bir tutukluluk şeklinde bu kararların değişmesi çıplak gözle dahi görülecek bir Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ihlalidir. Mahkeme bu ihlali gidermek için bir AİHM kararı beklemek yerine ivedi olarak kendisi bu hatadan dönmelidir" denildi.
Bu kişilerin kamuoyunda sahip oldukları saygınlık ve geçmişte yaptığı görevler ile düzenli bir aile yaşantısı bulunması hususlarının da tutuklama tedbiri için koşulların oluşmadığını gösterdiği belirtilen dilekçede, mahkemenin kararının keyfi olduğu iddia edildi.
Dilekçenin sonunda, söz konusu kişiler hakkında çıkarılan yakalama emrinin kaldırılması, bu talebin reddedilmesi durumunda dilekçenin bir üst mahkemeye gönderilmesi istendi.
Aynı avukatlar tarafından mahkemeye verilen reddihakim talebini içeren dilekçede ise soruşturmanın başlangıç aşamasında sorguladığı tüm sanıklar hakkında tutuklama kararı veren İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin üye hakimi Ali Efendi Peksak'ın tarafsız ve bağımsız hareket etmediği hususunda kuvvetli şüphe oluştuğu kaydedildi.
Dilekçede, mahkemenin tensip zaptının hukuka aykırı olduğu ifade edilerek, "İhsas-ı reyde bulunan, dosyaya mahkemece salıverilme tarihinden sonra tutuklamayı gerektiren herhangi bir yeni kanıt ve belge girmemiş olmasına karşın tutuklama koşulları ile yakalama emri düzenleyen, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun hükümlerini bilerek uygulamayan, tutuklama kararına somut, açık ve doyurucu gerekçe göstermeyip 'kılıf gerekçe' gösteren, hukukun gücünü değil gücün hukukunu uygulayan, böylece yargıçların yansız olması ilkesini çiğneyen hakimler Davut Bedir, Ali Efendi Peksak ve Murat Üründü'yü toplu olarak reddediyoruz" denildi.
Bu arada, sanık tümgeneraller İhsan Balabanlı ve Bulut Ömer Mirmiroğlu hakkında çıkarılan yakalama emrine de avukatları tarafından itiraz edildi.
bilinmyeneler
OGLUNA ÖZEL ILGI
Adnan Hoca'nin müritlerinden Ibrahim Tuncer ve Murat Atik de, Erbakan'in oglu Fatih'in yakin arkadaslari olarak taniniyor. Erbakan'in basbakanligi döneminde gittigi Antalya tatili sirasinda, Tuncer ve Atik, Fatih'i bir an olsun yalniz birakmamislardi. Tuncer ve Atik, ''Adnan Hoca, Erbakan'i sever ve sayar. Erbakan da Adnan Hoca'yi sever'' demislerFatih için de, ''Adnan Hoca'nin ögrencisi degil, ancak Adnan Hoca, Fatih'i sever. Fatih de Adnan Hoca'yi sever. Aralarinda bir sevgi bagi var'' diye konusmuslardi.
AKIL HOCASI
Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar, son dönemde adini, 'Harun Yahya' takma adiyla kaleme aldigi ve özellikleDarwin'in 'Evrim Teorisi'ni çürütmeyi hedefleyen kitabi ve konferanslariyla duyurdu. FP kulislerinde, Adnan Hoca'ninHarun Yahya takma adiyla yazdigi bu kitaplarin arkasindaki 'Akil Hocasi'nin Erbakan oldugu konusulurken,Erbakan'a yakinligiyla taninan 'El-Aziz Gazetesi' ise Harun Yahya'nin aslinda Erbakan oldugunu, Adnan Hoca'nin bu kitaplari Erbakan adina kaleme aldigini öne sürdü. Erbakan'in, yasakli oldugu sirada kendisini ziyaret eden FP milletvekili ve örgüt yöneticilerinden, Adnan Hoca'nin bu konferanslarina tam kadro katilmalarini istemesi de dikkat çekti. Adnan Hoca'nin 'Harun Yahya' adiyla kaleme aldigi 'Evrim Teorisi' karsiti kitaplari, Islamci gazetelerin yanisiraÇiller ailesine yakinligiyla taninan Öncü Gazetesi'nde de uzun süre tefrika edilmisti. Siyasi kulislerde, Refahyol koalisyonuyla birlikte Erbakan ile Çiller arasinda olusan yakinliga da dikkat çekiliyor.
Hurriyet.....15 Eylül 1999, Çarsamba DYP'de Adnan depremi
'Adnan Hocacilar'in,20 Kasim'daki kongrede destek vermek üzere DYP Lideri Tansu Çiller ile anlastiklari iddiasi partide kriz yaratti. Elazig Bagimsiz Milletvekili Mehmet Agar, Adnan Hocacilar'a ve Çiller'e sert çikti. Siyasi partilerin gizli örgüt gibi yönetilemeyecegini vurgulayan Agar, ''Siyasi partilerin legal teskilatlari vardir. Bunlar il ve ilçe teskilatlari ve Meclis grubudur. Bunun disindaki kurum ve kuruluslar, partinin içislerine müdahale edemezler'' dedi. Daha önce kendisi ve Necmetin Cevheri hakkinda gönderilen imzasiz karalama mektuplarinin faillerinin de ortaya çiktigini belirtenAgar, Adnan Hocacilar'a sert bir mesaj verdi. Agar, ''Bunlarla her türlü hukuki platformda her sekilde mücadele ederiz'' dedi.
DYP'nin önemli isimlerinden Köksal Toptan ise parti yönetimine açiklama yapmasi için çagrida bulunarak, ''Yazilanlar dogruysa, bu gelismelerden dehsete düsmemek mümkün degil'' dedi. Toptan, ''Türkiye'de istikrarin, dürüstlügün, kalkinmanin sembolü olan DYP böyle bir durumu haketmemistir. Bu itham DYP'nin üzerinde kalamaz'' diye konustu. DYP Genel Baskan Yardimcisi Cihan Paçaci ise iddialara, ''Kongrenin hakimi delegedir. DYP delegesi sagduyuludur, bu tür yöntemlerle kimse onlari engelleyemez'' dedi. DYP Genel Baskan Yardimcisi Nahit Mentese, ''Silah bizim partimizin felsefesinde yoktur. Adnan Hocacilar'in partiyle ve Çiller'le ne gibi irtibatlari var, bunu bilmem'' degerlendirmesini yapti.
HARUN YAHYA GERCEKTE KIM?
Evrim Grubunun arastirmalarina gore, Harun Yahya tek kisi degil! Gerek Erbakan ve gerekse Adnan Oktar gibi kisiler Harun Yahya isimli seriatci komisyona ve gruba onculuk ediyor olabilirler. Ama bu haberlerde Harun Yahya'nin seriatci basinda ve kesimde, bilime saldirarak edinmis oldugu krediyi ERBAKAN kullanmak istermis bir gorunum mevcut Erbakan'in siyasete donmek istedigi su gunlerde.
Harun Yahya'nin arkasindaki gucler ise acik:
1) Turkiye'deki seriatci orgutlenme ve REFAH PARTISI (simdiki Fazilet Partisi)
2) Bilim Arastirma Vakfi isimli seriatci vakif.
3) Seriatci vakiflar, tarikatlar ve ozellikle de FETTULLAH GULEN ve Fettullahcilar.
4) Institute for Creation Research (ICR) ve ABD'li fanatik dindarlar, bilimsel yaratiliscilar.
5) Bilmedigimiz ve uluslararasi istihbarat gruplariyla icli disli olan bir yapilanma veya Turkiye'de cesitli oyunlar oynamak isteyen istihbarat orgutleri.
Harun Yahya'nin yazdigi kitaplar son olarak tek elden redaksiyon yapilmis olabilir. Erbakan veya Adnan Oktar bu kitaplarin editorlugunu yapmis olabilirler; ama calismanin kollektif oldugu ve iyi egitim gormus bir komisyona ait oldugu acik ve net....
Adnan Hoca'nin müritlerinden Ibrahim Tuncer ve Murat Atik de, Erbakan'in oglu Fatih'in yakin arkadaslari olarak taniniyor. Erbakan'in basbakanligi döneminde gittigi Antalya tatili sirasinda, Tuncer ve Atik, Fatih'i bir an olsun yalniz birakmamislardi. Tuncer ve Atik, ''Adnan Hoca, Erbakan'i sever ve sayar. Erbakan da Adnan Hoca'yi sever'' demislerFatih için de, ''Adnan Hoca'nin ögrencisi degil, ancak Adnan Hoca, Fatih'i sever. Fatih de Adnan Hoca'yi sever. Aralarinda bir sevgi bagi var'' diye konusmuslardi.
AKIL HOCASI
Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar, son dönemde adini, 'Harun Yahya' takma adiyla kaleme aldigi ve özellikleDarwin'in 'Evrim Teorisi'ni çürütmeyi hedefleyen kitabi ve konferanslariyla duyurdu. FP kulislerinde, Adnan Hoca'ninHarun Yahya takma adiyla yazdigi bu kitaplarin arkasindaki 'Akil Hocasi'nin Erbakan oldugu konusulurken,Erbakan'a yakinligiyla taninan 'El-Aziz Gazetesi' ise Harun Yahya'nin aslinda Erbakan oldugunu, Adnan Hoca'nin bu kitaplari Erbakan adina kaleme aldigini öne sürdü. Erbakan'in, yasakli oldugu sirada kendisini ziyaret eden FP milletvekili ve örgüt yöneticilerinden, Adnan Hoca'nin bu konferanslarina tam kadro katilmalarini istemesi de dikkat çekti. Adnan Hoca'nin 'Harun Yahya' adiyla kaleme aldigi 'Evrim Teorisi' karsiti kitaplari, Islamci gazetelerin yanisiraÇiller ailesine yakinligiyla taninan Öncü Gazetesi'nde de uzun süre tefrika edilmisti. Siyasi kulislerde, Refahyol koalisyonuyla birlikte Erbakan ile Çiller arasinda olusan yakinliga da dikkat çekiliyor.
Hurriyet.....15 Eylül 1999, Çarsamba DYP'de Adnan depremi
'Adnan Hocacilar'in,20 Kasim'daki kongrede destek vermek üzere DYP Lideri Tansu Çiller ile anlastiklari iddiasi partide kriz yaratti. Elazig Bagimsiz Milletvekili Mehmet Agar, Adnan Hocacilar'a ve Çiller'e sert çikti. Siyasi partilerin gizli örgüt gibi yönetilemeyecegini vurgulayan Agar, ''Siyasi partilerin legal teskilatlari vardir. Bunlar il ve ilçe teskilatlari ve Meclis grubudur. Bunun disindaki kurum ve kuruluslar, partinin içislerine müdahale edemezler'' dedi. Daha önce kendisi ve Necmetin Cevheri hakkinda gönderilen imzasiz karalama mektuplarinin faillerinin de ortaya çiktigini belirtenAgar, Adnan Hocacilar'a sert bir mesaj verdi. Agar, ''Bunlarla her türlü hukuki platformda her sekilde mücadele ederiz'' dedi.
DYP'nin önemli isimlerinden Köksal Toptan ise parti yönetimine açiklama yapmasi için çagrida bulunarak, ''Yazilanlar dogruysa, bu gelismelerden dehsete düsmemek mümkün degil'' dedi. Toptan, ''Türkiye'de istikrarin, dürüstlügün, kalkinmanin sembolü olan DYP böyle bir durumu haketmemistir. Bu itham DYP'nin üzerinde kalamaz'' diye konustu. DYP Genel Baskan Yardimcisi Cihan Paçaci ise iddialara, ''Kongrenin hakimi delegedir. DYP delegesi sagduyuludur, bu tür yöntemlerle kimse onlari engelleyemez'' dedi. DYP Genel Baskan Yardimcisi Nahit Mentese, ''Silah bizim partimizin felsefesinde yoktur. Adnan Hocacilar'in partiyle ve Çiller'le ne gibi irtibatlari var, bunu bilmem'' degerlendirmesini yapti.
HARUN YAHYA GERCEKTE KIM?
Evrim Grubunun arastirmalarina gore, Harun Yahya tek kisi degil! Gerek Erbakan ve gerekse Adnan Oktar gibi kisiler Harun Yahya isimli seriatci komisyona ve gruba onculuk ediyor olabilirler. Ama bu haberlerde Harun Yahya'nin seriatci basinda ve kesimde, bilime saldirarak edinmis oldugu krediyi ERBAKAN kullanmak istermis bir gorunum mevcut Erbakan'in siyasete donmek istedigi su gunlerde.
Harun Yahya'nin arkasindaki gucler ise acik:
1) Turkiye'deki seriatci orgutlenme ve REFAH PARTISI (simdiki Fazilet Partisi)
2) Bilim Arastirma Vakfi isimli seriatci vakif.
3) Seriatci vakiflar, tarikatlar ve ozellikle de FETTULLAH GULEN ve Fettullahcilar.
4) Institute for Creation Research (ICR) ve ABD'li fanatik dindarlar, bilimsel yaratiliscilar.
5) Bilmedigimiz ve uluslararasi istihbarat gruplariyla icli disli olan bir yapilanma veya Turkiye'de cesitli oyunlar oynamak isteyen istihbarat orgutleri.
Harun Yahya'nin yazdigi kitaplar son olarak tek elden redaksiyon yapilmis olabilir. Erbakan veya Adnan Oktar bu kitaplarin editorlugunu yapmis olabilirler; ama calismanin kollektif oldugu ve iyi egitim gormus bir komisyona ait oldugu acik ve net....
bilinmeyenler
Yakışıklı erkekler güzel kadınlar cemaati
Bilim Araştırma Vakfı (BAV) adı altında tarikat hayatı yaşayan zengin ailelerin çocukları, 1980'li yılların ortalarında boy göstermeye başladı.
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuyan bir genç olarak 1985 yılında basın tarafından keşfedilen Adnan Oktar, kısa sürede "Adnan Hoca" adını alarak etrafında genç ve güzel insanları topladı.
Müritlerini yalnızca zengin aile çocuklarından seçen Oktar, onların "gayri İslami" bulduğu isimlerini Abdullah, Zeynep, Talip, Emine diye değiştirdi. Bazı velilerin şikayetiyle tutuklanan Oktar, "akıl hastası, kokainman, Atatürk düşmanı, şeriatçı" olmakla suçlandı.
(Oktar, paranoid şizofreni hastası olduğuna dair 7 farklı hastaneden rapor almıştır)
Cezaevinden çıkınca İslamcılarla bağını koparıp Atatürkçü olduğunu ilan etti. Müritlerine kurdurduğu Bilim Araştırma Vakfı, lüks otellerde Atatürkçülük üzerine konferanslar düzenleyip ünlü profesörleri, sanatçıları ve emekli subayları konuşturdu.
Şantaj mekanizması
Adnan Hoca 1990 başlarında ortalıktan kayboldu. Ancak grup üyeleri sık sık eğlence yerlerinde görülür oldu. Gruba katılmayı kabul etmeyen eğlence dünyasının bazı isimleriyle grup aleyhine konuşan, yazan birçok gazeteci hakkında şantaj faksları çekildi.
(bir dini bütün şahsın gizli kameracılarla ne işi olur)
1992 yılında Adnan Hoca'nın müritlerinden olan Serhan Çevik, aynı yıl tarikattan ayrılıp "Kızıl İmam" adını aldı ve kendi grubunu kurdu. Çevik, cemaatten ayrıldıktan sonra Adnan Oktar ve müritleri hakkında yaptığı açıklamalarla gündeme geldi.
(1990 yılında Adnan Oktar'ın grubundan ayrılan taraftarlarından bir kısmı "Kızıl İmamcılar" olarak tanınan topluluğu oluşturdular.[44] Topluluğun lideri "Kızıl İmam" lakabı ile bilinen Serhan Timuçin Çevik'tir. Adnan Oktar taraftarları, Kızıl İmamcılar'ın silah kaçakçılığı ve fuhuş yaptığını ileri sürdüler.[44] Adnan Oktar taraftarlarından Serkan Ciminli iddialarla ilgili gizli kamera çekimlerini polise verdi.[45] Bunun üzerine olaya el koyan İstanbul Emniyet Müdürlüğü, bu örgütün; devletin sosyal ve ekonomik, siyasî, hukukî temel düzenini, dini esas ve amaçlarına uydurmak amacıyla cemiyet teşkil, tanzim, sevk ve idare etmeyi amaçladığı öne sürdü)
Vakıf yöneticileri bu faksların kendileriyle ilgili olmadığını söylediler. Zamanla grup içinde ayrılıklar çıktı. Taraflar birbirlerini polise ihbar etti. Bu arada vakıf yöneticilerinden Serkan Ciminli öldürüldü.
Adnan Hoca bir ara parti kuracağını açıkladı. Ardından 1994 yerel seçimlerinde grup üyeleri Refah Partisi'ni ' Necmettin Erbakan' destekledi. Mankenliği bırakıp gruba giren Gülay Pınarbaşı törenle RP'ye katıldı.
(Gülay pınarbaşı miss globe yarışmasında derece yapmış ve zamanda kimsenin cesaret edip giyemediği iç çamaşırları defilelerinde boy göstermiştir. He sonradan değiştiyse günahını almamak gerek burda denecek bişey yok)
(Refah'a destek
Recep Tayyip Erdoğan'ın seçildikten sonraki ilk basın toplantısında grup üyeleri hemen arkasında poz verdi. Yine grup 1995 Aralık seçimlerinde RP için çalıştı. Grup, 1999 yılı sonlarında ise DYP kongresi için Tansu Çiller'in yanında mücadeleye başladı.
(Müritlerin yakın arkadaşı olan, Silivri'deki Pembe Köşk'te verilen davetlere sık sık katılan Mert Çillerde işin içinde) (mert çiller askerliğinivural bayazıtın yanında havuz başında bitrdiği biliniyor. ki bu komutan normalde iki sene olan deniz kuvvetleri komutanligi suresi, tansu ciller tarafindan siradi$i bir $ekilde bir sene uzatilmi$tir. ve bayazıt, 1880 yılından sonra aralıksız 19 yıl amirallik yapan tek subay. bunun dışında, ağabeyi orgeneral çetin doğan ile birlikte 1100 yılda bir gerçekleşebilecek bir tesadüf sonucu ‘or’ muvazzaf subay olarak görev yaptı.off offff daha neler neler)
Doktor Oktar Babuna için düzenlenen kampanyayı perde arkasından yürüttüğü iddia edilen grup asıl çalışma alanı olarak yayıncılığı seçti. Grup üyeleri evrim teorisi, Masonluk ve Yahudiliğe karşı bir dizi araştırma yürüttü ve bunlar "Harun Yahya" imzasıyla kitaplaştı. Bu yazılar sağ basın organlarında da yayımlandı.
(harun yahya adındaki bilgi belge ve dökümanları birebir kendinin değilde bir ekip işi olduğunu biliniyor)
Otelde kavga
11 Eylül 1999'da DYP İstanbul Milletvekili Celal Adan ve adamlarıyla Adnan Hoca'nın müritleri arasında Ceylan Otel'de kavga çıktı. Karakolda biten olayda, BAV üyesi Bahadır Güven ile arkadaşları Fırat Devlioğlu, Erol Şimşem, Ersin Alacadağ ve Ersel Alacadağ otele giderek lobide Adan ve adamları olduğu öne sürülen 20 kişilik bir grupla kavga etmeye başladı.
Gözaltına alınan BAV üyelerinden Güven, "Adan, bir süre önce hakkında bir takım yerlere çekilen fakslarla ilgili bizi konuşmak için çağırdı. Otele gittik. Adan, silahını çekip üzerimize doğrulttu. Adamları da silah çekip saldırdı. Ruhsatlı tabancalarımızı, cep telefonlarımızı aldılar. Adan, otelden Mehmet Ağar'ın otomobiliyle ayrıldı" iddiasında bulundu.
Gece yarısı Adnan Hoca avı
12 Kasım 1999'da sabaha karşı Üsküdar Kuleli Askeri Lisesi arkasındaki evine baskın düzenlenen Oktar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Kaçakçılık Şube Müdürlüğü tarafından gözaltına alındı.
Polis, aynı saatlerde, Etiler başta olmak üzere, değişik semtlerdeki vakıf üyelerinin evleriyle vakfın Fatih'teki merkezine de baskınlar düzenledi. Operasyonlarda aralarında kadınların da bulunduğu 70 kişi gözaltına alındı.
DYP kongresi öncesinde Tansu Çiller'in rakiplerine savaş açan Oktar'ın da gözaltına alındığı operasyonda ikisi ruhsatsız yedi tabanca, çok sayıda bilgisayar disketi, dosya ve kasete el konuldu.
İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir'in "çete" olarak adlandırdığı Bilim Araştırma Vakfı (BAV) fahri başkanı da olan Adnan Oktar ve vakıf üyelerine yönelik gerçekleştirilen ve yaklaşık 2 bin polisin katıldığı operasyonlarda Adnan Hoca'nın evlerinin ihtişamları dikkat çekti.
Tantan'ın açıklaması
Operasyonların gece yarısı aniden yapıldığı gerekçesiyle eleştirilen İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, "Adnan Hoca olayı Apo'nun yakalanması kadar ciddi bir olay. Siyasi boyutu var. Riskli bir durum vardı. Operasyon gerekliydi. Tehlike arz ediyordu" açıklamasını yaptı.
11 Ocak 2000'de Oktar ve beyin takımında bulunan 35 adamı hakkında, çıkar amaçlı örgüt kurmak, tehditle menfaat sağlamak, çıkar amaçlı örgüte yardım ve yataklık etmek suçlarından 16 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
İddianamede, Oktar'ın kayıt ve verilerinin incelendiği, bu nedenle malvarlığının mercek altına alındığı açıklanırken, mali finansörünün Fırat Devlioğlu olduğu ve en önemli adamları arasında yer aldığı belirtildi. Oktar'ın en güvenilir adamlarının Emre Nil, Mustafa Kemal Gül, Halil Hilmi Müftüoğlu, Hasan Basri Güner olduğu ve mali işlerini yürüttüğü iddia edildi.
Çarpık ilişkiler yumağı
Bu süreçten sonra Adnan Hoca'nın eski müritlerinin anlattıkları Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü. Bazı müritleri, Adnan Hoca'nın, 3 yıl önce kendilerine bir fetva vererek normal seksi yasakladığını ve "Oral ve anal seks yapın" talimatı verdiğini, sapık ilişki sırasında, bir kişinin de gözcülük yaptığını ileri sürdü.
Cemaatinin çarpık ilişkilerini emniyette verdiği ifadeyle doğrulayan Oktar'ın anlatımına göre örgütlenme şemasında "baş imam" olarak kendisi yer alıyor. Oktar'ın imamları ise Bahadır Güven, Halil Hilmi Müftüoğlu ve Emre Nil.
Cemaatin halkla ilişkiler kolunu oluşturan erkek müritler ise kitapların basılması, şantaj kasetlerinin, karalama metinlerinin hazırlanması, dağıtılması, toplantıların düzenlenmesi göreviyle uğraşıyor.
Bacılar, cariyeler
Kadın müritlerden oluşan "bacılar" kolunda cemaat içinde kıdem alan, eğitimini tamamlayan, Adnan Hoca tarafından imana ulaştıkları kabul edilen kadınlar bulunuyor. Eski mankenlerden Gülay Pınarbaşı'nın da yer aldığı bu kolda Bacılar, partnerlerini seçme haklarına sahip oluyorlar.
Örgütlenmede yer alan "cariyeler" kolunda Adnan Hoca tarafından sınanıp, hiçbir zaman bacı olamayacaklarına karar verilen kadınlar yer alıyor. Cemaat içinde yatak odası partnerlerini seçme şansları bulunmayan cariyeler, kardeşlerin ve bacıların verdiği görevleri yerine getiriyor.
Cemaat içinde en alt kademede "motorlar" yer alıyor. Kıdemsiz kadınlardan oluşan bu kolda, imamlar ve kardeşler, istedikleri zaman onlarla ilişkiye girebiliyor. Motorların reddetme hakkı yok, cariyeliğe ya da bacılığa yükselebiliyorlar.
Oktar'dan itiraf
Oktar, birçok kişi hakkında şantaj kasetleri hazırladıklarını itiraf ettiği ifadesinde, 1997 yılında avukatlarının uyarısıyla bu işten vazgeçtiklerini söyledi. Oktar, "Avukatımız, bunun cezasının çok ağır olduğunu söyledi. Tüm eski kasetleri imha ettik. Porno kaset ve dergilerden aldığımız görüntüler üzerine, köşeye sıkıştırmak istediğimiz kişilerin yüzlerini monte ediyorduk. İşimiz bittikten sonra elimizdeki görüntüleri yok ediyorduk" dedi.
Adnan Hoca ve müritlerinin lösemili olduğu gerekçesiyle kendisine uygun ilik bulmak amacıyla kampanya başlatan Dr. Oktar Babuna'yı da destekle- dikleri ortaya çıktı. Adnan Oktar'a hayranlığını her fırsatta dile getiren ve iki kızkardeşi de hocanın müritleri arasında yer alan Babuna, cemaatle ilişkisini reddetti.
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede de Oktar ve müritlerinin ağlarına düşürdükleri zengin gençlerin malvarlıklarının yanı sıra müritlerinin kurdukları şirketler üzerinden trilyonluk servet yaptıkları belirtildi.
İddianamede, yedi kardeş imama bağlı 200'e yakın erkek müritle üç bacı imama bağlı, 100'e yakın kadın müridin 40 ev ve villada ayrı ayrı oturdukları ve birbirleriyle görüşmedikleri belirtildi. Tüm yaşamlarının "Ecir Felsefesi" tarafından belirlendiğine işaret edilen iddianamede, bu felsefe "Dünyada kardeşine iyilik yaparsan, karşılığında iyilik bulursun" olarak tanımlandı.
"Ben Hoca değilim"
Oktar, 8 Nisan 2000'de İstanbul 1 No'lu DGM'de ilk kez hakim karşısına çıktı. Kimlik tespiti sırasında mesleğini "yazar" olarak belirten Oktar, kendi el yazısıyla yazdığı emniyet ifadelerini kabul etmedi.
Açıklamasında, "Ben hoca değilim, mürşit değilim. Dinine bağlı sade bir vatandaşım. Örgüt ve gizli çekim iddialarını kabul etmiyorum. Hiçbir şey için talimat vermedim ve hiç kimseyi tehdit etmedim" dedi.
Oktar, devlet için her türlü fedakarlığı yapacağını söyleyerek, "Dünyanın her tarafında benim gibi ilmi ve fikri mücadele veren herkese bu tür oyunlar yapılır. Şerefli Türk adliyesinin bunların oyununa gelmeyeceğine inanıyorum" dedi.
Mankenler kurtardı
Adnan Oktar ile elebaşısı olduğu öne sürülen grubun üyelerinden Fırat Develioğlu, 8.5 aydır tutuklu bulundukları "Tehditle menfaat sağlamak", "Çıkar amaçlı örgüt kurmak ve örgüte üye olmak" suçundan yargılandıkları davada 3 Ağustos 2000'de tahliye edildiler.
Duruşmada, hocanın müritleri arasında oldukları ileri sürülen manken Seçkin Piriler ve Tuğçe Doras, emniyette Oktar aleyhine verdikleri ifadeleri reddederek, "şikayetçi olmadıklarını" söylediler. İki manken, duruşmaya beyaz kıyafetler içinde elele gelerek gövde gösterisi yaptı.
Bilim Araştırma Vakfı (BAV) adı altında tarikat hayatı yaşayan zengin ailelerin çocukları, 1980'li yılların ortalarında boy göstermeye başladı.
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuyan bir genç olarak 1985 yılında basın tarafından keşfedilen Adnan Oktar, kısa sürede "Adnan Hoca" adını alarak etrafında genç ve güzel insanları topladı.
Müritlerini yalnızca zengin aile çocuklarından seçen Oktar, onların "gayri İslami" bulduğu isimlerini Abdullah, Zeynep, Talip, Emine diye değiştirdi. Bazı velilerin şikayetiyle tutuklanan Oktar, "akıl hastası, kokainman, Atatürk düşmanı, şeriatçı" olmakla suçlandı.
(Oktar, paranoid şizofreni hastası olduğuna dair 7 farklı hastaneden rapor almıştır)
Cezaevinden çıkınca İslamcılarla bağını koparıp Atatürkçü olduğunu ilan etti. Müritlerine kurdurduğu Bilim Araştırma Vakfı, lüks otellerde Atatürkçülük üzerine konferanslar düzenleyip ünlü profesörleri, sanatçıları ve emekli subayları konuşturdu.
Şantaj mekanizması
Adnan Hoca 1990 başlarında ortalıktan kayboldu. Ancak grup üyeleri sık sık eğlence yerlerinde görülür oldu. Gruba katılmayı kabul etmeyen eğlence dünyasının bazı isimleriyle grup aleyhine konuşan, yazan birçok gazeteci hakkında şantaj faksları çekildi.
(bir dini bütün şahsın gizli kameracılarla ne işi olur)
1992 yılında Adnan Hoca'nın müritlerinden olan Serhan Çevik, aynı yıl tarikattan ayrılıp "Kızıl İmam" adını aldı ve kendi grubunu kurdu. Çevik, cemaatten ayrıldıktan sonra Adnan Oktar ve müritleri hakkında yaptığı açıklamalarla gündeme geldi.
(1990 yılında Adnan Oktar'ın grubundan ayrılan taraftarlarından bir kısmı "Kızıl İmamcılar" olarak tanınan topluluğu oluşturdular.[44] Topluluğun lideri "Kızıl İmam" lakabı ile bilinen Serhan Timuçin Çevik'tir. Adnan Oktar taraftarları, Kızıl İmamcılar'ın silah kaçakçılığı ve fuhuş yaptığını ileri sürdüler.[44] Adnan Oktar taraftarlarından Serkan Ciminli iddialarla ilgili gizli kamera çekimlerini polise verdi.[45] Bunun üzerine olaya el koyan İstanbul Emniyet Müdürlüğü, bu örgütün; devletin sosyal ve ekonomik, siyasî, hukukî temel düzenini, dini esas ve amaçlarına uydurmak amacıyla cemiyet teşkil, tanzim, sevk ve idare etmeyi amaçladığı öne sürdü)
Vakıf yöneticileri bu faksların kendileriyle ilgili olmadığını söylediler. Zamanla grup içinde ayrılıklar çıktı. Taraflar birbirlerini polise ihbar etti. Bu arada vakıf yöneticilerinden Serkan Ciminli öldürüldü.
Adnan Hoca bir ara parti kuracağını açıkladı. Ardından 1994 yerel seçimlerinde grup üyeleri Refah Partisi'ni ' Necmettin Erbakan' destekledi. Mankenliği bırakıp gruba giren Gülay Pınarbaşı törenle RP'ye katıldı.
(Gülay pınarbaşı miss globe yarışmasında derece yapmış ve zamanda kimsenin cesaret edip giyemediği iç çamaşırları defilelerinde boy göstermiştir. He sonradan değiştiyse günahını almamak gerek burda denecek bişey yok)
(Refah'a destek
Recep Tayyip Erdoğan'ın seçildikten sonraki ilk basın toplantısında grup üyeleri hemen arkasında poz verdi. Yine grup 1995 Aralık seçimlerinde RP için çalıştı. Grup, 1999 yılı sonlarında ise DYP kongresi için Tansu Çiller'in yanında mücadeleye başladı.
(Müritlerin yakın arkadaşı olan, Silivri'deki Pembe Köşk'te verilen davetlere sık sık katılan Mert Çillerde işin içinde) (mert çiller askerliğinivural bayazıtın yanında havuz başında bitrdiği biliniyor. ki bu komutan normalde iki sene olan deniz kuvvetleri komutanligi suresi, tansu ciller tarafindan siradi$i bir $ekilde bir sene uzatilmi$tir. ve bayazıt, 1880 yılından sonra aralıksız 19 yıl amirallik yapan tek subay. bunun dışında, ağabeyi orgeneral çetin doğan ile birlikte 1100 yılda bir gerçekleşebilecek bir tesadüf sonucu ‘or’ muvazzaf subay olarak görev yaptı.off offff daha neler neler)
Doktor Oktar Babuna için düzenlenen kampanyayı perde arkasından yürüttüğü iddia edilen grup asıl çalışma alanı olarak yayıncılığı seçti. Grup üyeleri evrim teorisi, Masonluk ve Yahudiliğe karşı bir dizi araştırma yürüttü ve bunlar "Harun Yahya" imzasıyla kitaplaştı. Bu yazılar sağ basın organlarında da yayımlandı.
(harun yahya adındaki bilgi belge ve dökümanları birebir kendinin değilde bir ekip işi olduğunu biliniyor)
Otelde kavga
11 Eylül 1999'da DYP İstanbul Milletvekili Celal Adan ve adamlarıyla Adnan Hoca'nın müritleri arasında Ceylan Otel'de kavga çıktı. Karakolda biten olayda, BAV üyesi Bahadır Güven ile arkadaşları Fırat Devlioğlu, Erol Şimşem, Ersin Alacadağ ve Ersel Alacadağ otele giderek lobide Adan ve adamları olduğu öne sürülen 20 kişilik bir grupla kavga etmeye başladı.
Gözaltına alınan BAV üyelerinden Güven, "Adan, bir süre önce hakkında bir takım yerlere çekilen fakslarla ilgili bizi konuşmak için çağırdı. Otele gittik. Adan, silahını çekip üzerimize doğrulttu. Adamları da silah çekip saldırdı. Ruhsatlı tabancalarımızı, cep telefonlarımızı aldılar. Adan, otelden Mehmet Ağar'ın otomobiliyle ayrıldı" iddiasında bulundu.
Gece yarısı Adnan Hoca avı
12 Kasım 1999'da sabaha karşı Üsküdar Kuleli Askeri Lisesi arkasındaki evine baskın düzenlenen Oktar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Kaçakçılık Şube Müdürlüğü tarafından gözaltına alındı.
Polis, aynı saatlerde, Etiler başta olmak üzere, değişik semtlerdeki vakıf üyelerinin evleriyle vakfın Fatih'teki merkezine de baskınlar düzenledi. Operasyonlarda aralarında kadınların da bulunduğu 70 kişi gözaltına alındı.
DYP kongresi öncesinde Tansu Çiller'in rakiplerine savaş açan Oktar'ın da gözaltına alındığı operasyonda ikisi ruhsatsız yedi tabanca, çok sayıda bilgisayar disketi, dosya ve kasete el konuldu.
İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir'in "çete" olarak adlandırdığı Bilim Araştırma Vakfı (BAV) fahri başkanı da olan Adnan Oktar ve vakıf üyelerine yönelik gerçekleştirilen ve yaklaşık 2 bin polisin katıldığı operasyonlarda Adnan Hoca'nın evlerinin ihtişamları dikkat çekti.
Tantan'ın açıklaması
Operasyonların gece yarısı aniden yapıldığı gerekçesiyle eleştirilen İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, "Adnan Hoca olayı Apo'nun yakalanması kadar ciddi bir olay. Siyasi boyutu var. Riskli bir durum vardı. Operasyon gerekliydi. Tehlike arz ediyordu" açıklamasını yaptı.
11 Ocak 2000'de Oktar ve beyin takımında bulunan 35 adamı hakkında, çıkar amaçlı örgüt kurmak, tehditle menfaat sağlamak, çıkar amaçlı örgüte yardım ve yataklık etmek suçlarından 16 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
İddianamede, Oktar'ın kayıt ve verilerinin incelendiği, bu nedenle malvarlığının mercek altına alındığı açıklanırken, mali finansörünün Fırat Devlioğlu olduğu ve en önemli adamları arasında yer aldığı belirtildi. Oktar'ın en güvenilir adamlarının Emre Nil, Mustafa Kemal Gül, Halil Hilmi Müftüoğlu, Hasan Basri Güner olduğu ve mali işlerini yürüttüğü iddia edildi.
Çarpık ilişkiler yumağı
Bu süreçten sonra Adnan Hoca'nın eski müritlerinin anlattıkları Türkiye'nin gündemine bomba gibi düştü. Bazı müritleri, Adnan Hoca'nın, 3 yıl önce kendilerine bir fetva vererek normal seksi yasakladığını ve "Oral ve anal seks yapın" talimatı verdiğini, sapık ilişki sırasında, bir kişinin de gözcülük yaptığını ileri sürdü.
Cemaatinin çarpık ilişkilerini emniyette verdiği ifadeyle doğrulayan Oktar'ın anlatımına göre örgütlenme şemasında "baş imam" olarak kendisi yer alıyor. Oktar'ın imamları ise Bahadır Güven, Halil Hilmi Müftüoğlu ve Emre Nil.
Cemaatin halkla ilişkiler kolunu oluşturan erkek müritler ise kitapların basılması, şantaj kasetlerinin, karalama metinlerinin hazırlanması, dağıtılması, toplantıların düzenlenmesi göreviyle uğraşıyor.
Bacılar, cariyeler
Kadın müritlerden oluşan "bacılar" kolunda cemaat içinde kıdem alan, eğitimini tamamlayan, Adnan Hoca tarafından imana ulaştıkları kabul edilen kadınlar bulunuyor. Eski mankenlerden Gülay Pınarbaşı'nın da yer aldığı bu kolda Bacılar, partnerlerini seçme haklarına sahip oluyorlar.
Örgütlenmede yer alan "cariyeler" kolunda Adnan Hoca tarafından sınanıp, hiçbir zaman bacı olamayacaklarına karar verilen kadınlar yer alıyor. Cemaat içinde yatak odası partnerlerini seçme şansları bulunmayan cariyeler, kardeşlerin ve bacıların verdiği görevleri yerine getiriyor.
Cemaat içinde en alt kademede "motorlar" yer alıyor. Kıdemsiz kadınlardan oluşan bu kolda, imamlar ve kardeşler, istedikleri zaman onlarla ilişkiye girebiliyor. Motorların reddetme hakkı yok, cariyeliğe ya da bacılığa yükselebiliyorlar.
Oktar'dan itiraf
Oktar, birçok kişi hakkında şantaj kasetleri hazırladıklarını itiraf ettiği ifadesinde, 1997 yılında avukatlarının uyarısıyla bu işten vazgeçtiklerini söyledi. Oktar, "Avukatımız, bunun cezasının çok ağır olduğunu söyledi. Tüm eski kasetleri imha ettik. Porno kaset ve dergilerden aldığımız görüntüler üzerine, köşeye sıkıştırmak istediğimiz kişilerin yüzlerini monte ediyorduk. İşimiz bittikten sonra elimizdeki görüntüleri yok ediyorduk" dedi.
Adnan Hoca ve müritlerinin lösemili olduğu gerekçesiyle kendisine uygun ilik bulmak amacıyla kampanya başlatan Dr. Oktar Babuna'yı da destekle- dikleri ortaya çıktı. Adnan Oktar'a hayranlığını her fırsatta dile getiren ve iki kızkardeşi de hocanın müritleri arasında yer alan Babuna, cemaatle ilişkisini reddetti.
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede de Oktar ve müritlerinin ağlarına düşürdükleri zengin gençlerin malvarlıklarının yanı sıra müritlerinin kurdukları şirketler üzerinden trilyonluk servet yaptıkları belirtildi.
İddianamede, yedi kardeş imama bağlı 200'e yakın erkek müritle üç bacı imama bağlı, 100'e yakın kadın müridin 40 ev ve villada ayrı ayrı oturdukları ve birbirleriyle görüşmedikleri belirtildi. Tüm yaşamlarının "Ecir Felsefesi" tarafından belirlendiğine işaret edilen iddianamede, bu felsefe "Dünyada kardeşine iyilik yaparsan, karşılığında iyilik bulursun" olarak tanımlandı.
"Ben Hoca değilim"
Oktar, 8 Nisan 2000'de İstanbul 1 No'lu DGM'de ilk kez hakim karşısına çıktı. Kimlik tespiti sırasında mesleğini "yazar" olarak belirten Oktar, kendi el yazısıyla yazdığı emniyet ifadelerini kabul etmedi.
Açıklamasında, "Ben hoca değilim, mürşit değilim. Dinine bağlı sade bir vatandaşım. Örgüt ve gizli çekim iddialarını kabul etmiyorum. Hiçbir şey için talimat vermedim ve hiç kimseyi tehdit etmedim" dedi.
Oktar, devlet için her türlü fedakarlığı yapacağını söyleyerek, "Dünyanın her tarafında benim gibi ilmi ve fikri mücadele veren herkese bu tür oyunlar yapılır. Şerefli Türk adliyesinin bunların oyununa gelmeyeceğine inanıyorum" dedi.
Mankenler kurtardı
Adnan Oktar ile elebaşısı olduğu öne sürülen grubun üyelerinden Fırat Develioğlu, 8.5 aydır tutuklu bulundukları "Tehditle menfaat sağlamak", "Çıkar amaçlı örgüt kurmak ve örgüte üye olmak" suçundan yargılandıkları davada 3 Ağustos 2000'de tahliye edildiler.
Duruşmada, hocanın müritleri arasında oldukları ileri sürülen manken Seçkin Piriler ve Tuğçe Doras, emniyette Oktar aleyhine verdikleri ifadeleri reddederek, "şikayetçi olmadıklarını" söylediler. İki manken, duruşmaya beyaz kıyafetler içinde elele gelerek gövde gösterisi yaptı.
ilginç
2000 li yıllarda çıkan gazete haberi.Şimdilerde ise bu kızlar nerelerde :))
Kızları kurtardı
Mahkemedeki ifadelerinden çark eden ve örgüt içinde ‘‘motor’’ diye adlandırılan kızları Adnan Oktar'ı kurtardı. Oktar'la birlikte sağ kolu diye adlandırılan Fırat Develioğlu da bırakılınca, davada tutuklu sanık kalmadı.
ŞANTAJ çetesi kurduğu iddiasıyla 255 gündür tutuklu yargılanan Bilim Araştırma Vakfı Fahri Başkanı Adnan Oktar'ı, örgüt içinde ‘Motor’ olarak adlandırılan kızları kurtardı. Poliste ve savcılıkta, ‘‘Bizleri seks kölesi gibi kullandılar’’ diyen, Adnan Oktar'la birlikte uygunsuz biçimde yakalanan Tuğçe Doras ve Seçkin Piriler, mahkemede ifadelerinden çark ettiler. Kızlar son ifadelerinde ‘‘Polis bize baskı yaptı, bu insanlardan hiç zarar görmedik’’ deyince, Adnan Oktar ve sağ kolu Fırat Develioğlu tahliye edildi. Oktar ve Develioğlu'nun tahliyesi ile birlikte, 36 sanıklı davada tutuklu kimse kalmadı. İstanbul 1 Nolu DGM'de görülen davaya tutuklu sanıklar Adnan Oktar, Fırat Develioğlu, tutuksuz sanıklar Mehmet Atmaca, Emre Çalıkoğlu, Adnan Tınarlıoğlu, Cihat Gündoğdu, Alev Ulaşoğlu katıldı. Müştekiler, gazeteci-yazar Fatih Altaylı, Tuğçe Doras, Seçkin Piriler, İlhan Ulaş, Makbire Manioğlu, Güzide Aydoğmuş, Selma Kıral ve Hüseyin Can Akıncıoğlu da duruşmada hazır bulundu. 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Organize Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası'nın Türkiye'de nasıl uygulandığını görmek amacıyla İngiliz, Fransız ve İtalyan avukatlar da duruşmayı izledi.
VİCDANEN ŞİKAYETÇİYİM
Müşteki Güzide Aydoğmuş ise hakimin, ‘‘Şikayetçi misiniz?’’ sorusu üzerine, ‘‘Evet, evet, evet’’ diyerek söze başladı. Kızını 15 yaşından 25 yaşına kadar göremediğini belirten Aydoğmuş, şu ifadeyi verdi: ‘‘Müslümanlığı 3-5 kişiden öğrenecek değilim. Her zaman siyah giyinen, 2 lisan bilen bu insanların bugün hoş görünmek için beyaz giyinip ne benim ne de kızımın etrafında dolaşmasını istemiyorum. Vicdanen şikayetçiyim ama rahat etsinler hukuken şikayetçi değilim.’’ Hakimin, ‘‘Hiç tehdit aldınız mı?’’ sorusunu gülümseyerek alaylı bir ses tonuyla cevaplayan Güzide Aydoğmuş, ‘‘Bunlar çok kibar, çok nazik, çok tatlı çocuklar. Öyle ki; şikayetimi bu şekilde değil, farklı şekilde geri almam için öyle telefonlar aldım ki... Tehdit almadım, kibar yaklaştılar, şikayetçi olmamamı istediler’’ dedi.
Ne demişlerdi
Hoca beni elledi...
Adnan Oktar'ı ifade değiştirerek kurtaran Tuğçe Doras, polisteki ifadesinde şöyle demişti: ‘‘Bahadır bana anal seks yapmak istediğini söyledi. Nedenini sorunca, evlilik bağımız olmadığı için normal seks yapmamızın günah olduğunu, anal seksin ise helal olduğunu söyledi. Bunu istemedim ama oral seksi kabul ettim. Ebru Akyüzalp ve Ersin Alacadağ'ın şahitlik edeceği şekilde oral seks yaptık. Oral seks esnasında, erkeğin spermlerini yutan kadının saçlarının parlaklık kazanacağı, cildinin daha güzel olacağı söyleniyordu. Ancak ben spermleri tükürdüm. Bir gün Bahadır, beni Adnan Hoca'nın kaldığı eve götürdü. Tanıştırmadan önce bana, ‘Abinin cinsel konulardaki tecrübeleri çok geniştir. Sana yardımcı olur' dedi. Bahadır beni son olarak Adnan Oktar'ın evine götürdü ve mutfak kısmında, iç çamaşırıma bakarak, ‘Çok güzel. Kırmızı iç çamaşır giymişsin' dedi. Adnan Hoca ile yalnız kalmıştık. ‘Beni dışardakilerle bir görme. Abi, kardeş, baba gibi gör' diyerek soyunmamı istedi. Çok etkilendim, giysilerimi çıkararak, kırmızı renkli iç çamaşırımla kaldım. ‘Ben doktor gibiyim, çekinme, komple soyun' dedi. Anadan üryan soyundum, bazı yerlerimi elleyerek, bana iltifat etti.’’
Oral seks yaptırdılar
Seçkin Piriler ise şöyle konuşmuştu: ‘‘Bora beni Adnan Hoca'nın yanına götürdü. Bu sefer, göğüslerim görünecek şekilde bluzumu çıkardım. Bora bana sürekli, anal ve oral seksin, evli olmayanlar için helal olduğunu, normal seksin haram olduğunu söylüyordu. Yapılan baskılar sonucu, Kandilli'deki evde, kuzeni Ebru Akyüzalp'in şahitliğinde, Bora ile oral seks yaptım. İki kez oral seksten sonra ayrıldığım Bora'nın arkadaşı Gökalp Barlan ile tanıştım. O da benzer isteklerde bulununca, gruptan ayrıldım.’’
Şikayetçiyim
Müşteki Fatih Altaylı, 1994 yılında bir radyo programında Adnan Hocacılarla ilgili bir gazete haberi okuduktan sonra, Galatasaray Lisesi'nden tanıdığı Fırat Develioğlu'nun kendisini arayarak, ‘Bizimle uğraşma. Sen bizim kim olduğumuzu biliyorsun. Adnan abinin etrafında toplandık. Bizim yanlış bir işimiz yok’ dediğini söyledi. Altaylı şöyle devam etti: ‘‘Ben de kendilerine bu tehdit uslubunu sevmediğimi söyledim. Kendileriyle uğraşacağımı da belirttim. Bundan sonra grup, benim hakkımda yayınlar yapmaya başladı. Benim homoseksüel olduğumu, eşimi pazarladığımı bile iddia ettiler. O tarihte Boğaziçi Üniversitesi'nde okuyan eşimi, bu gruptan olduğunu bildiğim kişiler, tehdit ve hakaretlerle taciz ettiler. Eşim, psikolojik olarak bunlardan çok etkilendi. Parasal bir menfaat istekleri olmadı. Zaten onlara verecek paramız yok. Birebir tehditle karşı karşıya kalmadık. Sanıklardan şikayetçiyim.’’
255 gün yattı
255 gün sonra serbest kalan Adnan Oktar, mahkemenin ara karar için duruşmaya ara vermesi üzerine heyecanlandı. Yaklaşık 10 dakika süren aradan sonra mahkeme kararını açıklarken tahliye edildiğini öğrenen Oktar kulaklarına inanamadı. Şaşkınlıkla gözlerini iri iri açan Oktar, cezaevine götürülürken iyice rahatlamıştı.
Çantası 3 milyar
Poliste verdikleri ifadelerle Adnan Oktar'ın tutuklanmasına neden olanlardan, Hoca'nın müridleri Tuğçe Doras ve Seçkin Piriler, mahkemede polisi suçlayıp şikayetlerini geri aldılar. Oktar'ın kurtulmasını sağlayan iki manken-foto model şıklıkları ve güzellikleriyle dikkat çekerken Seçkin Piriler'in yaklaşık 5 bin dolarlık (3 milyar 215 milyon TL.) ünlü Prada Milano marka deri çanta taşıdığı görüldü.
Kızları kurtardı
Mahkemedeki ifadelerinden çark eden ve örgüt içinde ‘‘motor’’ diye adlandırılan kızları Adnan Oktar'ı kurtardı. Oktar'la birlikte sağ kolu diye adlandırılan Fırat Develioğlu da bırakılınca, davada tutuklu sanık kalmadı.
ŞANTAJ çetesi kurduğu iddiasıyla 255 gündür tutuklu yargılanan Bilim Araştırma Vakfı Fahri Başkanı Adnan Oktar'ı, örgüt içinde ‘Motor’ olarak adlandırılan kızları kurtardı. Poliste ve savcılıkta, ‘‘Bizleri seks kölesi gibi kullandılar’’ diyen, Adnan Oktar'la birlikte uygunsuz biçimde yakalanan Tuğçe Doras ve Seçkin Piriler, mahkemede ifadelerinden çark ettiler. Kızlar son ifadelerinde ‘‘Polis bize baskı yaptı, bu insanlardan hiç zarar görmedik’’ deyince, Adnan Oktar ve sağ kolu Fırat Develioğlu tahliye edildi. Oktar ve Develioğlu'nun tahliyesi ile birlikte, 36 sanıklı davada tutuklu kimse kalmadı. İstanbul 1 Nolu DGM'de görülen davaya tutuklu sanıklar Adnan Oktar, Fırat Develioğlu, tutuksuz sanıklar Mehmet Atmaca, Emre Çalıkoğlu, Adnan Tınarlıoğlu, Cihat Gündoğdu, Alev Ulaşoğlu katıldı. Müştekiler, gazeteci-yazar Fatih Altaylı, Tuğçe Doras, Seçkin Piriler, İlhan Ulaş, Makbire Manioğlu, Güzide Aydoğmuş, Selma Kıral ve Hüseyin Can Akıncıoğlu da duruşmada hazır bulundu. 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Organize Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası'nın Türkiye'de nasıl uygulandığını görmek amacıyla İngiliz, Fransız ve İtalyan avukatlar da duruşmayı izledi.
VİCDANEN ŞİKAYETÇİYİM
Müşteki Güzide Aydoğmuş ise hakimin, ‘‘Şikayetçi misiniz?’’ sorusu üzerine, ‘‘Evet, evet, evet’’ diyerek söze başladı. Kızını 15 yaşından 25 yaşına kadar göremediğini belirten Aydoğmuş, şu ifadeyi verdi: ‘‘Müslümanlığı 3-5 kişiden öğrenecek değilim. Her zaman siyah giyinen, 2 lisan bilen bu insanların bugün hoş görünmek için beyaz giyinip ne benim ne de kızımın etrafında dolaşmasını istemiyorum. Vicdanen şikayetçiyim ama rahat etsinler hukuken şikayetçi değilim.’’ Hakimin, ‘‘Hiç tehdit aldınız mı?’’ sorusunu gülümseyerek alaylı bir ses tonuyla cevaplayan Güzide Aydoğmuş, ‘‘Bunlar çok kibar, çok nazik, çok tatlı çocuklar. Öyle ki; şikayetimi bu şekilde değil, farklı şekilde geri almam için öyle telefonlar aldım ki... Tehdit almadım, kibar yaklaştılar, şikayetçi olmamamı istediler’’ dedi.
Ne demişlerdi
Hoca beni elledi...
Adnan Oktar'ı ifade değiştirerek kurtaran Tuğçe Doras, polisteki ifadesinde şöyle demişti: ‘‘Bahadır bana anal seks yapmak istediğini söyledi. Nedenini sorunca, evlilik bağımız olmadığı için normal seks yapmamızın günah olduğunu, anal seksin ise helal olduğunu söyledi. Bunu istemedim ama oral seksi kabul ettim. Ebru Akyüzalp ve Ersin Alacadağ'ın şahitlik edeceği şekilde oral seks yaptık. Oral seks esnasında, erkeğin spermlerini yutan kadının saçlarının parlaklık kazanacağı, cildinin daha güzel olacağı söyleniyordu. Ancak ben spermleri tükürdüm. Bir gün Bahadır, beni Adnan Hoca'nın kaldığı eve götürdü. Tanıştırmadan önce bana, ‘Abinin cinsel konulardaki tecrübeleri çok geniştir. Sana yardımcı olur' dedi. Bahadır beni son olarak Adnan Oktar'ın evine götürdü ve mutfak kısmında, iç çamaşırıma bakarak, ‘Çok güzel. Kırmızı iç çamaşır giymişsin' dedi. Adnan Hoca ile yalnız kalmıştık. ‘Beni dışardakilerle bir görme. Abi, kardeş, baba gibi gör' diyerek soyunmamı istedi. Çok etkilendim, giysilerimi çıkararak, kırmızı renkli iç çamaşırımla kaldım. ‘Ben doktor gibiyim, çekinme, komple soyun' dedi. Anadan üryan soyundum, bazı yerlerimi elleyerek, bana iltifat etti.’’
Oral seks yaptırdılar
Seçkin Piriler ise şöyle konuşmuştu: ‘‘Bora beni Adnan Hoca'nın yanına götürdü. Bu sefer, göğüslerim görünecek şekilde bluzumu çıkardım. Bora bana sürekli, anal ve oral seksin, evli olmayanlar için helal olduğunu, normal seksin haram olduğunu söylüyordu. Yapılan baskılar sonucu, Kandilli'deki evde, kuzeni Ebru Akyüzalp'in şahitliğinde, Bora ile oral seks yaptım. İki kez oral seksten sonra ayrıldığım Bora'nın arkadaşı Gökalp Barlan ile tanıştım. O da benzer isteklerde bulununca, gruptan ayrıldım.’’
Şikayetçiyim
Müşteki Fatih Altaylı, 1994 yılında bir radyo programında Adnan Hocacılarla ilgili bir gazete haberi okuduktan sonra, Galatasaray Lisesi'nden tanıdığı Fırat Develioğlu'nun kendisini arayarak, ‘Bizimle uğraşma. Sen bizim kim olduğumuzu biliyorsun. Adnan abinin etrafında toplandık. Bizim yanlış bir işimiz yok’ dediğini söyledi. Altaylı şöyle devam etti: ‘‘Ben de kendilerine bu tehdit uslubunu sevmediğimi söyledim. Kendileriyle uğraşacağımı da belirttim. Bundan sonra grup, benim hakkımda yayınlar yapmaya başladı. Benim homoseksüel olduğumu, eşimi pazarladığımı bile iddia ettiler. O tarihte Boğaziçi Üniversitesi'nde okuyan eşimi, bu gruptan olduğunu bildiğim kişiler, tehdit ve hakaretlerle taciz ettiler. Eşim, psikolojik olarak bunlardan çok etkilendi. Parasal bir menfaat istekleri olmadı. Zaten onlara verecek paramız yok. Birebir tehditle karşı karşıya kalmadık. Sanıklardan şikayetçiyim.’’
255 gün yattı
255 gün sonra serbest kalan Adnan Oktar, mahkemenin ara karar için duruşmaya ara vermesi üzerine heyecanlandı. Yaklaşık 10 dakika süren aradan sonra mahkeme kararını açıklarken tahliye edildiğini öğrenen Oktar kulaklarına inanamadı. Şaşkınlıkla gözlerini iri iri açan Oktar, cezaevine götürülürken iyice rahatlamıştı.
Çantası 3 milyar
Poliste verdikleri ifadelerle Adnan Oktar'ın tutuklanmasına neden olanlardan, Hoca'nın müridleri Tuğçe Doras ve Seçkin Piriler, mahkemede polisi suçlayıp şikayetlerini geri aldılar. Oktar'ın kurtulmasını sağlayan iki manken-foto model şıklıkları ve güzellikleriyle dikkat çekerken Seçkin Piriler'in yaklaşık 5 bin dolarlık (3 milyar 215 milyon TL.) ünlü Prada Milano marka deri çanta taşıdığı görüldü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)